Nasıl Sevimsiz Çocuk Yetiştirilir?

Nasıl Sevimsiz Çocuk Yetiştirilir?

Zeynep-Karaca-Yazıları

Kafede gördüğüm küçük kız anne babasına emirler yağdırıyor. Herkes önünde el pençe durmuş ağzından çıkacak sözü bekliyor; acaba kızımız bizden ne ister, ne istese de yerine getirsek, onu nasıl memnun etsek de biz de böylece şereflensek.

***

Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü kitabında ‘en temel zihni süreçlerimizden biri, ölümü unutma süreci’ diyor. Vassaf’a göre; Batı toplumu ve onun aracılığıyla dünyanın geri kalan kısmı yaşlanmayı bile unutacak tarzda biçimlenmiş. İki aşırı ucun, yani gençlerle yaşlıların toplumsal konumu son yüzyıl içinde köklü bir şekilde değişmiş durumda. Yazar bunu söyleyeli 20 yıl olmuş ben şu anda etrafıma bakarken bu sözlere hak veriyorum. Dizlerinin dibine oturulan yaşlılar koltuklarından kaldırıldı şimdi oralarda çocuklar var. Lütfen, çocukları sevmediğim zannedilmesin, aksine fazlasıyla seviyorum. Fakat benim merak ettiğim şey;  ‘Taht Oyunları’nda tahta oturtulan çocuğun oraya yerleştirilmesindeki motivasyonun ne olduğu.

Motivasyonun ne olduğu konusunda ben de Gündüz Vassaf gibi düşünüyorum. Yaşlıları ve hastaları göz önünden kaldırıp yerlerine enerjisi bitmeyen çocukları koyarak yaşlanma, yaşlılık ve ölüm bertaraf ediliyor. Ölmek marjinal bir şey haline getiriliyor. Mutsuzluk da yok, mutsuz insanlar dışlansın. Müziğin sesini açın, herkes kenara çekilsin dinamik, genç, haşmetli ‘yeni’ler geliyor. Ah bir de felsefe taşını bulsalar…

Kabul ediyorum, ölüm insan için en büyük bilinmeyen, en büyük korku kaynağıdır. Varoluşçu psikoterapi hakkında bitirme tezi yazarken gayri müslimler arasında ölümün en büyük kaygı kaynaklarından biri olduğunu gördüm. Bugün ölüm kaygısını sadece gayri müslimler yaşamıyor sekülerleşmeyle beraber toplumumuzda ‘bilinmeyen’e yönelik bu kaygı onu unutarak giderilmeye çalışıyor. ‘Ölüm unutkanlığı’ yani. İşte bu amaç dahilinde unutmak istenen ölümü hatırlatan ne varsa etraftan kaldırılıyor, resimleri duvardan indirmek gibi.

Zeynep-Karaca-Yazıları

Muhtemel gördüğüm diğer şey ise ‘çocuğu üzerinden kendisini gerçekleştirme’ güdüsü ‘benim çocuğum hak etmiyor mu?’ fikri. Benim çocuğum… Benim! Fikrim, ebeveynlerin çocuğun bizatihi değerinden ziyade kendilerine ait olmasından dolayı değerli olduğuna inandıkları yönünde. Çocuğun değeri ile kendileri arasında bu kadar doğrudan alaka kurmaları sonucunda toplum ve kendileri arasında sağlıksız bir ilişki inşa etmiş oluyorlar. Çocuk toplum ile veli arasında bir iletken konumuna itiliyor. Bir süre sonra sosyalleşmesini çocuğu üzerinden sağlamaya ‘mahkum’ veli (özellikle anneler) çocuğunun sosyal çevredeki yerini kendi ‘kabulü’ olarak algılıyor. Çünkü çocuk kendi varlığını temsil ediyorsa, çocuğa verilen değerin aslında kendisine verildiğini düşünüyor. Kendi egosunu yüceltmek amacıyla ‘temsilci’ye yüklenen gereksiz özgüven çocuklar arasında ‘ego savaşları’na neden oluyor. Ukalalıktan yanına yaklaşamadığımız bu yeni sürüm insanların ergenliklerini düşünmek bile beni korkutuyor.

Halbuki çocuklara kendi ölüm korkularından dolayı yüceltenler içten bir ‘inna lillahi ve inna ileyhi raciun’ dese evlatları ile varolduklarını yahut onların bulduğu kabulde kendi değerlerinden pay biçenler herkesin değerinin kendinden menkul olduğunu kabul etse. Ne genç gibi giyinen yüzü 30 elleri 60 yaşında teyzeler kalır ne de emekli paşa gibi tafralarla dolaşan sevimsiz çocuklar. Tabi bunlar hep umut.

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir