Irkçılığa Karşı Hareketi Hz. Asiye Başlattı…

Irkçılığa Karşı Hareketi Hz. Asiye Başlattı…

Sibel Eraslan’ın, Peygamber Efendimiz’in “cennet kadınlarının sultanları” dediği dört kutlu kadını anlatan romanlarının sonuncusu yayımlandı. Hz. Musa’nın annesi, Mısır’ın ana kraliçesi Hz. Âsiye, Eraslan’ı derinden etkilemiş. Okuyucuyu da etkileyeceğe benziyor. Hz. Âsiye’yi konuşmak için Eraslan’ın iftar sofrasına konuk olduk.

Irkçılığa ve haksızlığa canı pahasına karşı duran, doğurmadığı bir çocuğa ve onun mensubu olduğu ezilen, hor görülen millete sahip çıkan bir kraliçe Hz. Âsiye. Sibel Eraslan, bu çağda yaşasaydı barış aktivisti olurdu dediği Hz. Âsiye’nin, bir çocuğa tüm benliğini ortaya koyarak annelik etmesini etkileyici bir dille anlatmış. İslam ülkelerinin birinci probleminin yetimlerine sahip çıkmamak olduğunu düşünen Eraslan, “Hepimiz bir yetimin Âsiye’si olabiliriz.” diyor. Bir iftar vakti, Nilin Kızkardeşi’ni konuşmak için aile sofrasına konuk oluyoruz Eraslan’ın. Bahçesine kurduğu kalabalık iftar sofrasında, eşi, oğulları, komşularının çocuklarıyla birlikte orucumuzu açtıktan sonra, komşu kızın getirdiği çaylar eşliğinde Hz. Âsiye’yi konuştuk.

Hz. Âsiye ile ilgili kaynaklarda çok bilgi yok. Kitabın ne kadarı sizin kurgunuz, ne kadarı tarihi bilgi?

Hz. Musa’nın hayatı demek Hz. Âsiye’nin de hayatı demek bir şekliyle. Hz. Musa’yla ilgili yapacağınız bütün okumaların Hz. Âsiye’yle alakasını kurabilirsiniz. Hz. Âsiye’yi hangi çevrede anlatacağınız belli. Bir nehri var. Cennet nehirlerinden biri olduğu söylenen, dünya tarihi yazan, dünyanın alın yazısı diyebileceğimiz bir nehir. Dünyanın en büyük medeniyetlerinden biri, kadim ve kurucu medeniyet. Bu şartlar üzerine yetişen peygamberler de çok kudretli. Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Yuşa ve Hz. Âsiye’nin hikayesi aslında İsrailoğulları’nın kurtuluş öyküsü. O sadece Hz. Musa’nın annesi değil, aslında İsrailoğulları’nın annesi. Onları çok büyük bir zulümden kurtarıyor. Irkçılık karşıtı bir hareket başlatıyor. Bu açıdan Hz. Âsiye’nin hikâyesi o kadar güncel ki. Bugün dünyanın en belalı konularından biri ırkçılık.

Bir asilzade, Mısır’ın kraliçesi ve kast sisteminin en altındaki milletten bir çocuğu evlat ediniyor. Tahta vâris ediyor. Bu, insanlık için önemli bir mesaj aslında…

Çok önemli bir mesaj. Kadın olarak da ben çok etkilendim. Hepimiz dünyaya getirdiğimiz çocuklar üzerine bir rikkat duyarız. Merhametin zirvesidir annelik. Annelere saygı duyarız. Annelerin ayağının altındadır cennet. Amenna. Her kadın kendi dünyaya getirdiği çocuğu sever, onun için canını verir, bu normaldir. İş kendi doğurmadığınız, dünyaya getirmediğiniz bir çocuğa, fedakârca annelik yapmak. Sadece o çocuk değil o çocukla birlikte, ezilen bütün milletin annesi olmak. Onların o zulüm altından çıkışının kapısını aralamak. Sadece Hz. Musa asasını vurup denizleri yarmadı, o denizleri yaran güç Hz. Âsiye’nin kudretli anaçlığında da gizli.

Kur’an-ı Kerim, Hz. Âsiye’yi bir kadının en son noktada yapması gerekenlere örnek olarak gösteriyor. En son nokta derken ne kastediliyor olabilir?

Eşi tanrılık iddiasında bulunan, dünyanın en güçlü imparatoru. Hatta Firavun. Herkesin önünde secde ettiği bu imparatora karşı çıkıyor. Kendisi unvan ve bilgi olarak ondan aşağı değil. Hatta imparatorluk soyu Hz. Âsiye’den geliyor. Çocukluk arkadaşı, aynı okulda eğitim almışlar. Ama o tanrıçalığı tercih etmiyor. Kalbini açtığı İlahi hakikate uygun hareket etmeyi tercih ediyor. Hepimizin bağımlı olduğu şeyler var. Çocuğumuza, kardeşimize, anne-babaya, doğduğumuz yere bağımlıyız. Tercihimiz değiller ama doğal bağımlılıklar bunlar. Hz. Âsiye bütün bağımlılıklarını gözden geçiyor ve aşıyor. Zaten ırkçılığa karşı koyabilmesindeki asıl sebep de bu. Yoksa hem asilzade hem kraliçe, bu şartlar altında insanın mevcut statükonun ve vesayetin devam etmesine dair soru işareti olmazdı. Ama Hz. Âsiye bütün bağımlılıklarını, içine doğduğu bütün şartları sorgulayan, vicdanı arı duru olduğu için herkese saygı duyuyor.

Kitapta sahip olduğu şeyleri fakirlere dağıtan bir kadın portresi var. Gerçekte de böyle mi?

Yardımsever kadın olduğuna dair bilgiler var. Hz. Âsiye’yle ilgili Peygamber Efendimiz’in onu öven hadisleri var. Hz. Âsiye’yi bütün insanların eğilip su içebileceği Nil’e benzetiyorum. Nil’in kız kardeşi diyorum o yüzden. Nil nehri nasıl insana su verirken, bunun rengi siyah bunun rengi sarı, bu Çinli, bu Asyalı demezse, Hz. Âsiye de bize insanı sevmek için onun sadece insan olmasının yeterli olduğunu söylüyor. Kayıtsız şartsız insan sevgisinin ne olduğunu öğretiyor, adaleti öğretiyor bize. Bize hakkaniyeti fısıldıyor. Irkçılık karşıtı bir sevgi ilkesinin melikesi o.

Hz. Âsiye’ye dair öğrendiğinizde sizi şaşırtan şeyler oldu mu?

Hz. Âsiye’nin yüksek özgüveni ve cesareti hayranlık uyandırıcı ve şaşırtıcıydı. Küçücük bir çocuk var size emanet edilmiş. Firavun’un kötülüğüne karşı, onu en iyi şekilde yetiştirmek için sürekli, her gün yeniden strateji üretiyorsunuz. Onun sürekli strateji üreten zihni de beni şaşırttı. Hayranlık bıraktı.

Sarayda yaşayan yalnız bir kadın anlatılıyor kitapta. Öyle mi gerçekte?

Yapayalnız bir kadın. Anlatırlar da yüzünde hep bir keder olduğu söyleniyor. Çok güzel ve kederli bir siması olduğu söyleniyor. Hz. Âsiye sevilmeyi beklemeden, hiçbir karşılık beklemeden seviyor. Bu anneliğin, sevginin billurlaşmış hali. Hz. Musa’yla 10 yıllık bir ayrılıkları oluyor. 10 yıl sonra Hz. Musa’yı ilk gördüğü anda neler hissettiğini düşünürken… (ağlıyor) Öyle bir an ki kundaktayken almış, onu büyütmüşsünüz… Acaba sizi tanıyacak mı? Gerçek evlat olsa bilir, evladım beni tanıyacak. Ama siz gerçek anne değilsiniz. Onda anneliği aşan bir noktada Vedud (seven ve sevilen) isminden Rahman’a (karşılıksız sevme) geçiş var.

Hz. Âsiye’nin hikayesi doğurmadığınız çocuğa annelik etmek kavramını sorgulatıyor insana. Kitap okura evlatlık alma düşüncesi kazandırıyor. Bunu mu amaçladınız?

Dışarıda sokaklarda yürüyen çocukların her biri Hz. Musa’lar, Hz. Muhammed’ler, Hz. İsa’lar rüzgarı taşıyor. Hz. Peygamberimiz de bir yetimdi. Hz. İsa babasızdı. Hz. Musa her türlü yetimliğin çilesini çekti. Bana sorsanız İslam ülkelerinde ne gibi problemler var diye, ben birinci sırada yetimlik problemi olduğunu söylerim. İlla dünyaya kendimizin getirmesi gerekmiyor. Ellerinden tutabiliriz. Ülkemizde bir sürü öğrenci var, yetim var. Bunlara da sahip çıkacak birilerinin olması, bunların da birer Âsiye’si olmak gerekiyor.

Bir kadın doğurmadığı bir çocuğu niçin sever?

Kitabı bitirdikten sonra bir kadın doğurmadığı bir çocuğu neden sevemez dedim. Önce nasıl sevebilir diyordum.

Kitapta vurgulanan, sık sık tekrarlanan Hz. Âsiye’nin bir ev hasretliği var. Sebebi nedir?

İlk o dikkatimi çekti zaten. Tahrim Sûresi’nde Hz. Âsiye dua ediyor: “Rabb’im katından bana bir ev yap.” Ben hayret ettim bütün piramitler, koskoca saraylar, anıtlar onun. Bunların hepsi sizin olacak ve siz isteye isteye Rabbinizden ev isteyeceksiniz. Burada evden yola çıkarak bir sır var diye düşündüm. Bu sene mayıs ayında umreye gitmek nasip oldu. Allah’ın evi Beytullah etrafında dönerken anladım: Orada her birimiz sanki evsiz birer çocuktuk. Dünyanın her bir yerinden gelmiş “Buyur Allah’ım buyur” diyerek bir evin etrafında dönüyoruz. Hepimiz ellerimizi duvarlara sürmek istiyoruz. Sanki hepimiz sokaklarda kalmış çocuğuz da kapıyı aç bizi evine al diyoruz. O dönemde Hz. Âsiye’yi yazıyordum. Kâbe’deki o bizim hissettiğimiz evsizlik duygusu Hz. Âsiye’nin ev isteğiyle bir bağ olduğunu düşündürdü. İş evle başladı, evle bitti. Modern insanın evsizliğiyle de ilgili. Sınırlar kaldırılmıştır, şeffaflığa mahkum edilmişiz. Ramazan da bunun için önemli. Evlerde birleşiyoruz. Ev bizi yeniden eve çağırıyor. Cenab-ı Allah kimseyi evsiz bırakmasın.

Gençliğimde kızım olsun istemezdim

Sibel Eraslan, İstanbul’da sıcak komşuluk ilişkilerinin olduğu bir mahallede yaşıyor. Komşularıyla, özellikle çocuklarıyla arası çok iyi. Üç oğlu var. Büyük oğlu musikiyle ilgileniyor, klasik kemençe sanatçısı. Ortanca oğlu İstanbul Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği okuyor, küçüğü ise üniversite sınavına bu yıl girmiş, Çapa Tıp’ı tercih etmiş. “Kızınız olsun ister miydiniz?” diye soruyoruz: “Gençliğimde kız çocuğu olmak toplumda çok zor, benim ve arkadaşlarımın çektiği çileyi yaşamasın diye kız çocuğum olmasın isterdim. Ama şimdi kızım olsun isterdim. Çevremdeki kız çocuklarının hepsine kızlarım gibi bakıyorum.” Nitekim komşularının kızlarıyla arası çok iyi. İftar sofrasını onlarla birlikte kurmuş. Evinde en büyük yardımcıları. Ramazan’ın ikinci iftarını beraber yaptığımız Eraslan, bizi Erzincan yemekleriyle ağırladı.

Çocuklar yakın zamana kadar pideye “oruç” derdi

Ramazan ayların içinde anaçtır. Sofralar genişler, gönüller genişler, kalpler yumuşar. Böyle bir çoğaltım merciidir, makamıdır Ramazan. Ramazan’ı evde geçirmeyi tercih ederim. Özel heyecanlarımız vardır Ramazan’a dair. Bu vakitler bereketli, güçlü imkanlardır, şükretmek ve istifade etmek lazım.

Yemek yapmak bir tutku değildir benim için ama pişirmeyi severim. Anneannem zerde, sütlaç, helva ve aşure yaparken, “Benim elim değil Fatma anamızın eliyle” derdi. Ben de herhalde ondan görerek yemek yapmayı öğrendiğim için hep öyle söylerim. Aşçılık Hz. Fatma’nın mesleğidir. Bana göre önemli olan bir yemeğin lezzeti değil onu paylaşabilmektir. Çok iyi aşçı olur, çok iyi yemek yaparsınız ama lezzet paylaştıkça artar.

Çocuklarım evde büyükanne, büyükbaba görerek büyüdü. Çok şanslılar.

Kayınvalidem Erzincanlı olduğu için evde Erzincan yemekleri pişer. Çocukların damak zevki de o yönde gelişti, soğuk çorbaları, kete ve gözlemeleri çok severler. Her kadının Ramazan’ı hatırlatan bir menüsü vardır. Çocuklar dün benden aşure istediler.

Kaynak: Zaman

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir