Safa ve Merve Tepelerinde Rahmete Koşuyoruz

Safa ve Merve Tepelerinde Rahmete Koşuyoruz

Safa-ve-Merve-Tepeleri

Safa ile Merve Allah’ın Alametlerindendir

Hazreti Hacer’in İlahî lütfa kavuşmak için gösterdiği gayrete şahit olan Safâ ve Merve tepeleri hakkında, Kur’an-ı Kerim’de

“Gerçekten Safâ ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir.”

buyuruluyor. Server-i Asfiya Efendimiz’in (sav) ilk Müslümanlara gizlice tebliğde bulunduğu Darülerkam da Safâ Tepesi’nin eteklerindeydi.

Biri Ebû Kubeys, diğeri Kuaykıan Dağı’nın eteğinde iki küçük tepe: Safâ ile Merve. Küçük denilmesi zahirî görünüşü itibarıyla, hakikatte ise Allah’ın alâmetlerinden iki alâmet.

“Gerçekten Safâ ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse bunları tavaf etmesinde bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğinin karşılığını verir.”

buyuruluyor Bakara Sûresi’nin 158. ayetinde. Ayette ‘şeair’ şeklinde geçen ‘şiar’ kelimesi dinen saygı gösterilmesi istenen ibadet ve alâmetleri ifade ediyor.

Safa ve Merve tepeleri arasında sa’y yapmanın tarihi, oğlu İsmail (as) açlık ve susuzluktan ağlarken, Hazreti Hacer’in yanında su bulunan birilerine rastlarım ümidiyle iki tepe arasında yedi kere gidip gelmesine dayanıyor. Gerektiği gibi tevekkül ettikten sonra İlahî lütfa kavuşmak için son gayretiyle koşturan ve zemzem pınarıyla nimetlendirilen muhtereme Validemiz’in bu hareketi, Allah tarafından hac ve umre ibadetine dahil edildi, Safâ ve Merve tepeleri, dinin alâmetleri arasında gösterildi. Çölün ortasında, kuş uçmaz kervan geçmez bir vadide, bütün ümitlerin tükendiği anda rahmete kavuşmak için koşturan Hacer Annemiz, susuzluktan ağlayan Hazreti İsmail, onların imdadına yetişmekle vazifelendirilen Cibrîl-i Emîn, Beyt’in inşa edileceği mekânın yanında kaynayan zemzem kuyusu, kurtulan İsmail’in (as) neslinden gelecek Fahr-i Kâinât (aleyhi ekmelü’t-tahiyyât)…

Devr-i Cahiliyede Putlara Mekân Oldu

Cahiliye devrinde hac ibadetine şirk kirleri bulaştırılırken Safâ ve Merve tepeleri üzerine de iki put dikildi. Safâ Tepesi üzerinde Nâile, Merve’nin üzerinde ise İsâf adlı putlar bulunuyordu. İki tepe arasında tavaf eden müşrikler, yanlarına vardıklarında putlara ellerini sürüyorlardı. Hac ibadetini tamamladıktan sonra ise tepelerin eteklerine çıkarak kendilerince övünebilecekleri meziyetlerini anlatıyorlardı. Mekke’nin fethinden sonra putlar temizlense de ashaptan bazıları iki tepe arasında sa’y etmenin doğru olup olmadığı konusunda şüpheye düştüler. Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i celile nazil oldu ve böyle bir ibadette günah olmadığı belirtildi. Peygamber  (sav) da haccı esnasında sa’y etti, işin doğrusunu gösterdi. Safâ’ya yaklaşınca “Safâ ve Merve Allah’ın alâmetlerindendir. Allah’ın başladığı ile başlayınız.” buyuran Efendimiz, sa’ye ayetteki sırayla Safâ Tepesi’nden başladı.

Hanefî mezhebinde hac esnasında Safâ ve Merve arasında sa’y etmenin vacip olduğuna hükmedilmiş. Erkekler, sa’y esnasında Hazreti Hacer’in tepeler arasındaki düzlüğe indiğinde süratle koştuğu ve iki yeşil sütunla işaretli kısımda koşarcasına giderler.

Asırlar boyunca sa’y ibadeti, Safâ ve Merve tepeleri arasında açıkta ve yolun iki tarafındaki dükkânlar arasında gerçekleştirildi. İbadet için iki tepe arasında gidip gelenler, çarşıdaki kalabalığın arasından geçiyordu.

Hicrî 347 yılında Melik Çakmak tarafından Hazreti Hacer’in hızla koştuğu yeri göstermek üzere yeşil sütunlar dikildi ve buralara asılan kandillerle ilk aydınlatma yapıldı. Safa ve Merve arasında yer alan yaklaşık 400 metre uzunluğundaki alan zaman içinde tesviye edilerek sa’yin daha kolay yapılmasına imkân tanındı. Tepelere tırmanmayı kolaylaştırıcı merdivenler yapıldı. 1922 yılında ‘mes’a’ denilen sa’y alanının üstü kapatıldı. 1955-1976 arasındaki genişlemelerde mes’a, Harem-i Şerif’e dahil edildi ve iki katlı hale getirildi. Son düzenlemelerde sa’y yapılan koridor daha da genişletilerek 4 kata çıkarıldı.

Resûlullah ve 39 Sahabesinin Mekanı

İslâm tarihinde önemli bir yeri bulunan Dârülerkam da Safa Tepesi’nin eteklerinde, doğu tarafında bulunmaktaydı. Ashaptan Erkam bin Ebü’l-Erkam’a ait bu mübarek ev, Sertacımız Efendimiz’in (sav) İslâm dinini anlattığı mekân olarak seçmesiyle şereflenmişti. Allah Resûlü, Harem-i Şerif’e yakın olan ve giren-çıkanların fazla dikkat çekmeyeceği bu evi müşriklerin baskıları sebebiyle ilk yıllarda tebliğ için gizli bir karargâh edinmişti. Hazreti Ömer’in Müslüman olmasına kadar ‘ilkler’den pek çok sahabe burada iman nuruna kavuştu.

Abbasi halifelerinden Ebû Cafer el-Mansur, ‘Darülerkam’ı, Hazreti Erkam bin Ebü’l-Erkam’ın torunlarından satın aldı. Daha sonra bina, Halife Mehdi Billah’ın hanımı Hayzürân Hatun tarafından genişletilerek yenilendi ve mescid haline getirildi. Daha sonra ‘Darülhayzürân’ olarak anılmaya başlandı. Darülhayzürân, 1591’de III. Murad tarafından yenilendi. 1955 yılındaki genişleme sırasında ise yıkılarak arsası Mescid-i Haram’a katıldı.

Kaynak: Yeni Bahar Dergisi

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir