Müzik Ruhun Gıdası mıdır?

Müzik Ruhun Gıdası mıdır?

Müzik Ruhun Gıdası mıdır

Hangimiz bir müziğin tınısında dünyayı unutmadı, gecenin karanlığını bastırsın diye hangimiz bir müziğe eşlik etmedi ki. En güzel ve en zor zamanlarımızda, ruhumuza seslenen hangi musikiydi. Bazen bir şarkıdır musiki, bazen bir insan sesidir, bazense bir bülbül hikayesidir. Duyduğumuzda yutkunduğumuz, duyduğumuzda coştuğumuz, duyduğumuzda sustuğumuz ne çok türkü, ne çok şarkı, ne çok makam var. Biz insanlar Adem ile Havva’dan bu yana böyleyiz. Aslında hepimiz birer ruh-i musikiyiz..

Müzikle Gelen Terapi

Psikoloji derslerinde öğrencilerimle paylaştığım bir bilgiyi sizlerle de paylaşmak isterim. İnsan dünyaya geldiğinde gelişimi plasentada tamamlanmış olan ve neredeyse mükemmel biçimde doğan iki organ vardır: kulaklar ve eller. Bu nedenle insan daha on beş haftalıkken seslerle iletişim kurmaya başlar. Plasentadaki cenin annesini duyar, babasını duyar ve etrafındaki sesleri duyar. Hatta duymakla da kalmaz onlara tepki üretir. İşte bu yüzden müzik, insan için tedavidir. Yaratılışımız itibariyle beyin ile uyumlu sesler arasında doğuştan gelen olumlu bir bağlantı olduğunu söylemek mümkündür.

Antikçağdan bu yana felsefeciler, hekimler, eğitimciler müziğin insanlar üzerindeki etkisini fark etmişlerdir. Müzik, eski zamanlardan beri insanlar üzerinde önemli bir yer işgal etmiştir. İnsanlar üzüntülerini, sevinçlerini, kahramanlıklarını, heyecanlarını, sevgilerini çoğunlukla müzik sanatını kullanarak ifade etmeye çalışmışlardır. Müzik insanları bir hipnoz hali oluşturarak etkilemiş ve kitlelere zaman zaman yön vermiştir. Özellikle müzik, duyguları yoğunlaştıran bir özelliğe sahip olduğundan, pek çok medeniyette dini duyguların güçlenmesinde, hastalıkların tedavisinde oldukça yaygın bir yöntem olarak kullanılmıştır.

Orta Asya Türk Kültüründe Müziğin İyileştirici Rolü

Köklerimizin dayandığı Orta Asya Türk Kültürü, MÖ 1700 yıllarına kadar uzanan yaklaşık 6000 yıllık uzun bir süreyi içermektedir. Müzik Orta Asya Türkleri için her zaman bir şifa kaynağı olarak görülmüştür ve Orta Asya Türklerinin hiçbir töreninde müzik es geçilmemiştir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Mehter takımında görülen “çevgan” Türklerin Orta Asya kültürünün bir yansımasıdır ve eski Türk kültüründe isimleri “mucuk, buncuk, çagana” olarak adlandırılmıştır. MÖ 8.yüzyılda önce dümbelek, düdük, çan, gong, çeng çeşitleri ile uzun saplı bağlama tipi çalgılar kullanılmıştır. Sonra tekkelerde zilli maşa, şakşak, parmak zili, mehter zili, kaşık, kayrak ortaya çıkmıştır. Yine MÖ 8.yüzyılda Batı Türkistanda pipa denilen bir Türk çalgısı Çinlilerce keşfedilmiş, Ortaçağda ise ud ve onun değişik boylardaki ailesi ortaya çıkmıştır. Yine ramazanlarda sahurda kullanılan davul da bir Orta Asya Türk geleneğidir.

Orta Asya döneminde kullanılan kopuz veya saz gibi müzik aletleri tedavi edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan önemli bir çalgı olarak kullanılmıştır. Ayrıca Altaylar ve kuzeyinde davullar da hasta tedavisinde ve dini törenlerde özellikle “şamanlar” tarafından kullanılmıştır.

Şaman her şeyden önce kendine özgü tekniğiyle, ruhu göklere yükselten veya yer altına indiren bedenin vücuttan ayrıldığını hissettiren bir trans (aşkın) ustasıdır. Kendisi davul çalarak ruhları hükmü altına alır; ölülerle, şeytanlarla, cin ve perilerle irtibat kurarak hastalara şifa dağıtırdı. Daha sonra İslam dini tesiri ile “Baksı” adını alan tedavi eden hekimler rtaya çıktı. Baksılar özellikle Altay, Kaşgar ve Kırgız Türklerinde ortaya çıkmıştır. Baksı, seans süresince müzik, şiir, taklit ve dansı sanatkar bir biçimde birleştirerek hastayı iyileştirmeye çalışmıştır. Kendisinden tamamen geçtiği zaman (trans) yaptığı dansın özellikle iyileştirici bir güce sahip olduğuna inanılmıştır.

Müzik Ruhun Gıdası mıdır

İslam Medeniyetlerinde Müzik

İslam’ın başlangıcında, musikiye karşı bir direnç oluştuğu söylenebilir. Bu dönemde şarkı söylemek pek hoş karşılanmamıştır. Bunun asıl sebebi Bedevi kültür içerisinde, şarkının zevk ve eğlenceyi çağrıştırmasından dolayı, insanların ibadet etmekten uzaklaşacağı korkusudur. Ancak daha sonra Peygamber Efendimiz’in (sav) Kur’an-Kerim’i güzel okuyanlara karşı duyduğu büyük memnuniyet ile İslam medeniyeti içerisinde müziğe olan bakış da yavaş yavaş şekil değiştirmeye başlamıştır.

İslamın ilk çağında Kur’an-ı Kerim, ses perdeleri çok az olan minör gamından oluşan sade melodiler ile okunmuştur. Fakat zamanla güzel sesli kişiler ülkelerinin müzik özelliğini taşıyan melodilerle okumalarını süslemeye başlamışlardır.
İslam Medeniyeti tarihinde özelikle tasavvuf ekolü mensupları (sufiler) müzikle uğraşmış, müziği kullanmış ve savunmuşlardır. Sufiler, akli ve asabi hastalıkların müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir. Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam alimleri ve hekimleri Er-Razi, Farabi,İbn-i Sina özellikle psişik hastalıklarda musikiyi kullanmışlar ve bu konuda sistematik bir yol haritası çizmişlerdir. Farabi, “Musiki-ul Kebir” adlı eserinde müziğin, fizik ve astronomi ile olan ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Farabi’ye göre Türk müziğindeki her makamın insana verdiği bir duygu bulunmaktadır.

1. Rast Makamı: İnsana sefa (neşe-huzur) verir.
2. Rehavi Makamı: İnsana beka (sonsuzluk fikri) verir.
3. Kuçek Makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
4. Büzürk Makamı: İnsana havf (korku) verir.
5. Isfahan Makamı: İnsana hareket kabiliyeti, güven hissi verir.
6. Neva Makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
7. Uşşak Makamı: İnsana gülme hissi verir.
8. Zirgüle Makamı: İnsana uyku verir.
9. Saba Makamı: İnsana cesaret, kuvvet verir.
10. Buselik Makamı: İnsana kuvvet verir.
11. Hüseyni Makamı: İnsana sükunet, rahatlık verir.
12. Hicaz Makamı: İnsana tevazu (alçakgönüllülük) verir.

Farabi aynı zamanda her makamın belli bir vakitte etkili olduğunu da söylemiştir. Rehavi makamı, yalancı sabah vaktinde etkili; Hüseyni makamı sabahleyin; Rast makamı güneş iki mızrak boyundayken; Buselik makamı kuşluk vakti; Zirgüle makamı öğleye doğru; Uşşak makamı öğle vakti; Hicaz makamı ikindi vakti; Irak makamı akşam üstü; Isfahan makamı gün batarken; Neva makamı akşam vakti; Büzürk makamı yatsıdan sonra; Zirefkend makamı uyku zamanı etkilidir.

Büyük İslam filozofu İbn-i Sina, Farabi’nin eserlerinden çok yararlandığını, musikiyi ondan öğrendiğini ve tıp mesleğine aktardığını belirtir. İbn-i Sina şöyle der: “Bir tedavinin en etkili yollarından biri, kişinin akli ve ruhi melekelerini güçlendirmek, ona mücadele etmesi için cesaret vermek, kişinin çevresini hoşa giden bir hale getirmek, en iyi muskiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.” İbn-i Sina’ya göre, ses insan için zaruridir. Kişilerin ses tonlarının, ses ahenginin, bir müzik eşiliğinde ayarlanmış seslerin insan ruhu için çok önemli olduğunu vurgular. Esasen bir sesi, bir müziği bize hoş gösteren işitme yeteneğimiz değil; bizim onu idrak etme yeteneğimizdir.
Sonuçta bu üç büyük alim, psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde müziğin etkisini bizlere göstermişler ve Selçuklu gibi, Osmanlı gibi medeniyetlere de ilham olmuşlardır.

Selçuklu ve Osmanlı Medeniyetlerinde Müzikle Tedavi

1207 yıllarında doğmuş olan Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in, mevlevi kültürünü oluşturan ney, rebab gibi çalgılarla Anadolu’ya geldiği bilinmektedir. Mevlana’nın felsefesinde de özellikle ney çok önemli bir anlam ifade etmiştir. Bu dönemde musikiye zamanla Itri, İsmail Dede Efendi gibi bestekarların girdiği görülmektedir.

Bu dönemde bir tarafta Mevlevi tarz müzik ile Klasik Türk Müziği devam ederken; diğer tarafta da kopuz eşliğinde çalınan Hacı Bektaşi şiirleri önplana çıkmaya başlar. Türk musikisine türkü, bağlama, uzun hava gibi yeni tarzlar eklenir. Selçuklulardan Osmanlı’ya geçen mehter takımının müziklerinde de Hacı Bektaş’ın etkisi olduğu bilinmektedir. II.Murat, II.Bayezıd, IV.Murat, II.Mahmut gibi padişahlar da müzikle yakından ilgilenmiş padişahlardır.

Türklerde müzikle yapılan ilk ciddi tedavi Osmanlı döneminde görülür. Şam’da bir Türk tarafından yaptırılan hastanede, İbn-i Sina müzikle akıl hastalığı tedavisinde musikiyi uygulamıştır. Osmanlı döneminde, başta Edirne olmak üzere Kayseri, Sivas, Amasya, Manisa ve Bursa’da müzikle tedavi yapan darüşşifalar kurulur. Sultan II. Bayezid’in, Edirne’de 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada, hastalara su sesi ve müzikle tedavi yapılmasını emrettiği bilinir. Bu konuda ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde “ruh hastalarının burada müzikle nasıl tedavi edildiklerini” yazar. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre; “Müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp ya da yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor ve ondan sonra tedaviye başlıyor.” Yine Çelebi, aynı eserde hafıza ve hatırları güçlendirmede isfehan; aşırı hareketli, heyecanlı hastaları sakinleştirmede rehavi; sıkıntılı, karamsar durgun ve neşesiz hastalara da kuçi makamının iyi geldiğini belirtir.

Osmanlılarda “müzikle tedavi” en parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Ortaçağda ve batılı ülkelerde ruhlarına şeytan girdi diyerek insanlar ağır işkencelere maruz bırakılırken; Sultan II.Bayezit, Edirne’de 1488 de Mimar Hayrettin’e inşa ettirdiği külliyenin darüşşifa (akıl hastanesi) bölümünde hastaları müzikle tedavi ettirmiştir. Osmanlı saray hekimi Musa bin Hamun da, diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle tedavi yöntemini kullanmıştır. Çocuklara iyi gelen makamların değiştiğini ifade etmiştir.

Müzik Ruhun Gıdası mıdır

Günümüzde Müzikle Terapi

Musiki ile yapılan tedaviler uzun zamandır dünyada unutulmuş ve terk edilmiştir. Ancak son yirmi yıldır, müziğin terapötik etkisinin yeniden keşfedildiğini söylemek mümkün. Biz her ne kadar durumu yeni yeni anlasak da, yapılan çalışmalarda insanın hoşuna giden seslerin ağrı kesiciye olan ihtiyacı azalttığı, tansiyonu düşürdüğü ve ritmi düzenlediği ortaya konulmuştur. Müzikle tedavi, 1977 yılından beri, ABD’de özel bir ihtisas alanı olarak kabul görülmüştür. Müzik terapisinin, özellikle okul ve hastanelerde, psikolojik rahatsızlıklarda olduğu kadar organik rahatsızlıklarda da etki gösterdiğini bugün artık rahatlıkla söyleyebilmekteyiz.

New York Strang Kanser Önleme Merkezi’nden Mitchell L. Gaynor, müziğin şifaya vesile olan gücü konusunda şunları söylemektedir: “Gün geçtikçe, daha fazla doktor, ahenkli seslerle sağlık arasında bir bağlantı olduğunu görmekte. Eğer uyumlu insanlar, uyumlu titreşimler ve ahenkli seslerle dolu bir ortamda bulunuyorsak, kendimizi iyi hissetmeye başlarız. Şahsen ben, insanların hayatlarını her yönden iyileştiren ve değiştiren, ahenkli ses ve müzikten daha kuvvetli bir şey bulamadım.” Araştırmalar, Mozart ve Vivaldi’den dinletilen müziğin, ceninin kalb atış hızını yavaşlattığını, beyin dalgalarını sakinleştirdiğini ve tekmelerini azalttığını göstermiştir. Ancak rock ve pop müziğin cenini rahatsız ettiği ve tekmelerini artırdığı görülmüştür.”

Ruhunuzun Makamı Ne?

İnsan kainatın sesidir, kainat da insanın sesidir ve derler ki, kainattaki her şey titreşir. Her bir titreşim bir ses dalgasıdır. Ses dalgalarının ahenkli ve ritmik sesleri ile müzik oluşur. Bu açıdan her varlığın çıkardığı ses bir musikidir. Kainat düzeninde her varlık kendine özgü muhteşem musikisiyle birlikte yaratılmıştır. Düşük frekanslı kuş seslerinin, ağaçların yapraklarının hışırtısının, tabiatın insanı rahatlatmasının nedeni budur.

İnsan vücudunun büyük kısmı sudur ve su mükemmel bir iletkendir. İşte tam da bu nedenle biz sadece kulaklarımızla değil, vücudumuzdaki her bir hücreyle işitiriz. Bu yüzdendir ki; araba kornaları bizi mutsuz eder, şehrin gürültüsü insanı depresif yapar, makine sesleriyle bezenmiş bir kent bizi ümitsiz yapar. Elbette ki tüm bunlar bağışıklık sistemimize vurulan darbelerdir. Çok aşırı gürültü ve çok yüksek desibel ses de insan için zararlı bir boyut oluşturur. İnsan 90 desibelin üzerindeki sesleri duyamaz ve 90 desibelin üzerindeki sesler insanda işitme kaybına yol açar.

Özetle, zamansal yolculukta, müziğin terapisel yönü dışında koruyucu bir etkisi olduğu da görülmüştür. Özellikle kente sıkışıp kalmış olan modern insan için müziğin koruyucu ve iyileştirici etkisi elbette tartışılmaz. Duygularımızı incelten ve gönlümüzü yumuşatan tüm sesler bizim için bir şifa vesilesidir.

İnsan ruhu bir musikidir. O yüzden musiki, insana kendi gücüyle iyileşme şansı verir. Niye müzikle tedavi? Çünkü her birimizin bir şarkısı var. Her birimizin ruhunda çalan bir makam var. Bu makam Hicaz mıdır, Buselik midir, Isfahan mıdır bilinmez ancak ruhumuza iyi geldiği kesin. Her birimizin tınısı farklı. Bazıları kulakların pasımızı silerken, bazıları kulakları tırmalıyor. Bazı sesleri hiç mi hiç duymak istemiyoruz. Bazı sesleri ise duymadan edemiyoruz. Hayatın ahengi, ritmi bir şekilde akıp gidiyor. Hayat akışımız seslerle coşuyor ya da sessizlikle tarümar oluyor. Sesler bugün de, insan psikolojisinde, bize dokunan şifalı ellerdir. Bir şaman gibi, bir baksı gibi, İbn-i Sina gibi..

İşittiklerimizin, ruhumuzu güçlendirmesi ve ahenkli kılması temennisiyle…

Psikolojik Danışmanlık & Aile Danışmanlığı
üzerine ayrıntılı bilgi almak için www.cozumpsikoloji.com ‘u ziyaret edebilirsiniz.

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir