Eşine İkram Ettiğin Bir Lokma Sadakadır

Eşine İkram Ettiğin Bir Lokma Sadakadır

Evlilik Fedakarlık Demektir

Mü’min olarak bütün dikkatimizi teksif etmemiz gereken tek bir yer var; o da Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘in yaşadığı örnek hayat!.. Hangi konuda içinden çıkılmaz bir duruma düşsek, O’nun temiz ve pâk hayatına bakıp kendimizi selâmete çıkarabiliriz.

O’nun hayatının örnek alınmadığı hayatlar, neticede içinden çıkılmaz girdaplara saplanmıyor mu?! Kendisine, O’nu ve O’nun hayatını referans almayanlar, beyhûde bir ömür tüketmiyorlar mı? Efendimiz’in güzel hayatı, herkes için bir rehber, bir kılavuz ve bir reçete niteliği taşımaktadır.

Necip Fâzıl, O’nu örnek almayı ne kadar da veciz bir şekilde ifâde etmiştir:

“Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim!

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim.”

O’nun getirdiği ölçüleri yegâne kurtuluş reçetesi olarak görmek ve O’nun tesirinin olmadığı bir hayatı hayat olarak kabul etmemek… “Müminin her konuda tek referansı Allâh’ın kitabı ve Rasulullâh’ın sünneti” olmalıdır. Gerisi teferruattır.

Toplumsal hayatın bozulması da, düzelmesi de âileden başlamaktadır. O yüzden âile müessesesinin üzerinde ne kadar durulsa azdır. Üzülerek ifâde edelim ki, bugün insanlık, içinden çıkılmaz bir buhran yaşıyorsa bu da, âile yuvasının yaşadığı bozulmadan dolayıdır.

Öyleyse toplumu oluşturan âile, âileyi tesis eden de öncelikle eşlerdir. Eşler arası münâsebetler, onların birbirine karşı gösterdiği sevgi, saygı, fedâkârlık, bağlılık ve sadâkat; çocuklara tesir bakımından birinci derecede öneme sahiptir. Çünkü çocuklar, hayatı, öncelikle âilede öğrenirler. Âilede öğrendikleriyle de toplumu şekillendirirler.

Her evlilik, iki taraf açısından da belli miktarda fedakârlık demektir. Evliliğin tesisinde de, devamında da fedakârlığın çok büyük bir payı vardır. Eğer fedakârlıklar, hep bir taraftan beklenirse, o âile uzun süre ayakta kalamaz.

Fedakârlık hususunda Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini hatırlamak isabetli olacaktır:

“Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken hanımının ağzına uzattığın lokmalara varıncaya kadar, yaptığın iyiliklerin hepsinin mükâfatını alacaksın.” (Buhârî, Îman, 41; Müslim, Vasıyyet, 5)

Her türlü izzet ve ikrama lâyık olan eşler, değer verme adına birbirlerine aynı hassas duygular içerisinde davranırlarsa, o amellerinin hepsi ilâhî rızâyı kazanmak için bir vesîleye dönüşüyor.

Peygamber Efendimiz’in ortaya koyduğu ölçü, eşler arasında her konuda örnek olmalı. Eğer iki taraf da fedakârlık duygusu ile hareket ederse, neticede her zaman iki taraf da kazanır.

Meselâ, hanımından bir bardak su isteme yerine, kalkıp kendisi almayı düşünen erkeğin karşısında, eşim yorulmasın ona suyu ben ikram edip ecrini alayım düşüncesinde olan bir hanım olursa, o zaman su baldan tatlı hâle gelir. Aradaki muhabbeti artırır.

Eve gelen eşini kapıda güler yüzle karşılayan hanımına, elinde küçük de olsa bir hediye ile gelen bey, eşinin ince anlayışına cevap vermiş olur. Günün yorgunluğu, bir anda kendisini tatlı bir huzura bırakır.

Hayatı bir panik içinde değil de, büyük bir sükûnetle yaşamanın gerekliliğine iki taraf da inanırsa, o zaman hayata bereket gelir.

Öncelikle eşler, birbirlerinin din kardeşleridir. Bir din kardeşine karşı taşıdığımız sorumluluğu eşimize karşı da taşımaktayız.

Mânevî yönden zayıf olan eşini desteklemek, ona ibadetleri konusunda yardımcı olmak, rûhî sıkıntılara girdiği zaman destek olmak ve hep bir sabır ve tevekkül içinde olmak eşlerin birinci vazifesidir. Eşler arası “emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker” âile huzuru için şarttır.

Hanım, hanımlığını bilmeli, bey beyliğini… Fıtrî olarak bedenen zayıf yaratılan hanım, başarabileceği şeylerin sınırını bilmelidir.

Bey de, eşinin yetişemediği noktaları fırsatçılığa çevirmeden, ona samimiyetle yardımcı olmalı ve onu, Allâh’ın bir emaneti olarak görmelidir. Ona yardımın, âilenin ruh dünyasına olumlu katkı sağlayacağını unutmamalıdır.

Eşler birbirinin rakipleri değildirler. Eşler, bir elmanın iki yarısı gibi, ne birbirinden eksik, ne de fazladırlar. Birbirlerini tamamlayan, Allâh’ın kudretinin tecellî ettiği, mahlûkâtın en şerefli varlıklarıdırlar.

Eşler birbirlerine ilâhî bir emanettirler. Ve birbirlerinin gecesi-gündüzü gibidirler. Bir birlerini örterler, korurlar. Erkek, yaratılış itibariyle kadından farklı ve belli konularda da güçlüdür. Kadın da erkekten duygu bakımından daha güçlü ve şefkat kaynağıdır. Bunlar birbiri ile kıyaslanamayacağı gibi, birbirine karşı üstünlük de teşkil etmez. Her ikisinin kendi içinde değerleri vardır.

Öyleyse her iki taraf da, hak ve vazifelerini iyi bilmeli ve bunun gereğini güçleri yettiğince yerine getirmeye çalışmalıdır.

Kısaca, Allah dengeyi, erkek-kadın üzerine kurmuştur. Takdîr-i ilâhî, her iki cinse de ayrı ayrı husûsiyetler vermiş ve neslin devamı için de her iki cinsi birbirine muhtaç kılmıştır. İnsana düşen, fıtrata en uygun şekilde yaşaması ve şu kısacık ömrü, beyhûde hislere kurban etmeden fedakârlık temelinde evliliğini yürütmesidir.

DUÂMIZ

“Rabbim! Kalpleri birbirine ısındıran Sensin…

İzzetinle, ancak kendi muhabbetine sakladığım kalbimi;

Hikmetinle, eşimin kalbine de ısındırıyorsun.

Senden emânet aldığımız kalplerimizi, yine Sana teslim ediyoruz.

Kalplerimizi karartmamıza izin verme,

Kalplerimizden Sen’i sevmeye yollar aç,

Birbirimize olan sevgimizi, Sen’i sevmekle çoğalt,

Beni ve eşimi, Sen’i sevdiren ve Sen’inle sevinen bir sevgiyle donat.

Rabbim! Beni, benim kendimi anladığımdan daha iyi anlayan, yalnız Sensin!

Beni, benim kendimi sevmemden önce de seven Sen’sin

Eşim hakkında dile getiremediğim, dile getirmekten çekindiğim, yüreğimin odacıklarında tereddütle sakladığım ne kadar hayır duâ varsa, Sen kabul et!

Beni, benim söylediğimden daha fazlasıyla ancak Sen anlarsın!

Hâlim Sana ayândır, dilimden gelen ancak bu eksik beyandır…

Âmîn…”

Kaynak: Şebnem Dergisi

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir