El-Hamra, İslam’ın Kayıp Kitabı

El-Hamra, İslam’ın Kayıp Kitabı

El Hamra Sarayı Endülüs

Yalnız Müslümanların değil, tüm dünyanın da, tam onun diriltici soluğuna ihtiyaç duyduğu bir zamanda söndü bu kadim fener, Endülüs. O çağda 400 bin kitaba sahip olan bir Halifenin torunları, bugün bilim ve sanatta ne haldeler?

İslam mimarisinin en mükemmel örneklerinde biri kuşku götürmez ki İspanya Granada’da bulunan El-Hamra Sarayı. Tarihten gelen bilgilere bakılırsa, bu muazzam yapının temelleri 1232 yılında atılmış. Bu eserin temelini atan kişi, Gırnata Emirliği yani Beni Ahmer devletini kuran Muhammed bin Ahmer. Saray, gelen her hükümdar ile zaman içinde büyümüş, gelişmiş ve kusursuz bir yapı haline gelmiştir.

El-Hamra Sarayı, Binbir Gece Masalları’nda anlatılan ve hayalimizde canlanan o ihtişamlı saraydır aslında. İlk başta askeri bir üs olarak kullanılmak üzere tasarlanmış olsa da, kusursuz mimarisi ile zamanla ihtişamlı bir saraya dönüşmeyi başarmıştır. El-Hamra Sarayı’nın güzelliğini anlatmak bir yana dursun, burada asıl konu İslam toplumları bilimin, sanatın en yüksek noktasındayken ne oldu da rüzgar tersten esmeye başladı? Tarık bin Ziyadlar, Musa bin Nusayrlar, Fransa kapılarına kadar, zekaları ve azimleriyle dayanırken, bugün İslam toplumlarında yaprak döktüren, kan akıtan, can acıtan bu anlamsız bahar niye? Batı’nın sınır tanımaz yükselişine karşılık, İslam dünyasında yaşanan bu kaos niye? Semerkand, Buhara ve Anadolu’da alimler bütün bir dünyanın kaderine hükmederken, bugün Doğu toplumlarının kaderine düşen savaş niye? Alparslan’ın, Fatih’in, Harun Reşid’in torunlarına aslında ne oldu ya da onlara ne yaptılar?

El Hamra Sarayı Endülüs

Müslümanların Tüm İnsanlığı Ulaştırdığı Kale: El-Hamra

El-Hamra Sarayı yapılırken, Süleyman Tapınağı’nın örnek alındığı söylenir. Orası Allah’ın tapınağıdır. Süleyman, Allah’a nasıl ibadet edilmesi gerektiğini bildiği için, tapınak mükemmel olmalıdır. El-Hamra da, Allah için yapıldığı için mükemmel olmalıdır. El-Hamra kusursuzluğu anlatan bir başyapıttır. Müslümanların sahip olduğu mühendislik ve mimari ilmin, daha o dönemlerde ne kadar yüksek olduğunun göstergesidir. El-Hamra, bir nevi Müslümanların muhteşem ve derin bilgi birikiminin ürünüdür. Mesela o dönemde, bütün bir şehre dağlardan getirilen suların, motorsuz su sarnıçları ve su kanallarıyla dağıtılması inanılmaz bir mühendisliktir ve hatta dahiliktir.

Dünyanın istisnasız en büyük kitabıdır El-Hamra. Sadece duvarlarında gizli on bin Arapça şiir ve söz yazılıdır. Bu şiirlerden birinde, V. Muhammed’in Hıristiyanlara karşı kazandığı bir zafer anlatılmaktadır.

El Hamra Sarayı Endülüs

Gıranada’da Zor Günler

İslam toplumları ile Hıristiyan toplumları arasındaki dengenin, Müslümanlar aleyhine değiştiği ilk noktadır Rönesans. El-Hamra’da zirve yapan bilgimiz ve ilmimiz, kader bu ya, yine El-Hamra ile sükut eder. Peki bu uzun sessizlik zamanlarında neler yaşandı?

1492 yılından sonra Endülüs’te sadece Müslümanlar değil, Yahudiler de büyük sıkıntı yaşar. Hıristiyanlar, Granada’nın anahtarını teslim sırasında Müslümanlarla yapılan 67 maddelik anlaşma metnini, iki üç ay sonra unutmaya başlar. Tuleytula’daki (Toledo) cami kiliseye çevrilir. Gırnata Ulu Camii, Kraliçe İsabella’nın emriyle yıkılır ve yerine büyük bir katedral inşa edilir. Yaklaşık 5 yıl sonra ise şehir merkezinde oturan Müslümanlar göçe zorlanır. Halkın İslam’la alakalı bilgi kaynaklarını kurutmak için Arapça dini eserler toplattırılarak yakılır. Müslümanların isyanları sert bir şekilde bastırılır. Bazı Müslüman topluluklar topluca vaftiz edilmeyi kabul edince bağışlanır. Endülüs Müslümanları, görünüşte Hristiyan imiş gibi davranma yolunu da seçer. Bu Müslümanlara Moriskolar denir. Ancak Hıristiyanlar daha ağır kararları yürürlüğe koyar. Hayvanların, İslami usulde kesilmesini önlemek için Moriskoların kasap olmaları dahi yasaklanır. Mescitler kapatılır. Arap isimleri yasaklanır, çocukların sünnet ettirilmesi de. Yasaklara uymayanlar Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanır. Bu mahkemeler Yahudileri, hem de Müslümanları takip etmek için kurulmuştur. İyice bunalan Moriskolar 1570’de büyük bir isyan daha çıkartır.

İsyan, Hıristiyanların başını ağrıtır ancak Müslüman isyancılar arasında ikilik çıkınca çok geçmeden bastırılır. 90 yıl süren asimilasyon politikası beklenen neticeyi tam olarak vermeyince İspanyollar 1609’da Moriskoların ülke dışına sürülmelerine karar verir. 5 yıl süren sürgün neticesinde çoğu Müslüman Kuzey Afrika’ya göç eder. Fransa’ya, İtalya’ya, hatta Osmanlı topraklarına kadar gidenler olur. Sürgünde yarım milyon insanın göç ettiği tarihi kaynaklarda yer almaktadır.

2003 yılında yani aradan tam 511 yıl geçtikten sonra İspanyol Müslümanlar, Endülüs topraklarında ilk camilerini açar. Caminin yapımı için izin alma süreci 19 yıl sürer. Bugün 300 bin nüfuslu Granada’da 10 bin Müslüman yaşadığı tahmin edilmektedir.

El Hamra Sarayı Endülüs

Sayfa Sayfa Yanan Bir Medeniyet

Granada, Müslümanların son toprağıdır. Burada kalmak için Hıristiyan olmak bir zorunluluktur. Müslüman olarak yaşamak ise artık imkansızdır. Yol çizilmiştir: Ya Hıristiyan ol ve ismini değiştir ya da git. Müslümanlar gider. Gitmeyenler için zor günler başlar. Bu zor günlerde Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere binlerce ilmi kitap yakılır. Rampla Meydanı, Arapça kitapların yakıldığı yerdir. Hristiyanlar, kendi kültürlerini empoze etmek için, İslam kültürünü tamamen yok eder.

Kaynaklarda 1 milyona yakın kitap yakıldığı yazıyor. Bu durumun, İslam toplumlarını ne derecede etkilediğini anlamak için Pierre Curie’ye kulak verelim. Nobel ödüllü Fransız fizikçi Pierre Curie: “Bize Endülüs’ten 30 kitap kaldı. Biz bu kitaplarla Rönesans’ı gerçekleştirdik. Sonra atomu parçaladık. Yakılan kitapların hepsi elimizde olsaydı, şimdi galaksiler arasında geziyorduk.” sözü aslında Endülüs’ün torunlarının ve biz Müslümanların, “neden böyle olduk?” sorusunu açıklamaya fazlasıyla yetiyor. Granada’da yakılan kitaplar, İslam medeniyetinin kalbine inan bir hançerden başka ne olabilirdi ki ? Granada’da da sayfa sayfa yanan ve kül olan medeniyetin mirassız torunları olarak, bundan sonrası herkes için tufandı; bundan sonrası İslam aleminde bitmeyen savaşların, mezhep kavgalarının yani Müslümanları düşünmekten ve bilginin bizatihi kendisinden alıkoyan her şeyin başlangıcıydı.

El Hamra Sarayı Endülüs

Endülüs’ten Sonrası

Endülüs, el emeği ve göz nuru ile biriktirilen bilim ve sanata dair hazinemizin yok olduğu en önemli yerlerden biridir. Endülüs’ün kayıplarını, Müslümanlar hala telafi edemedi. Bunun temelinde yenilmiş ve dışlanmış olmanın verdiği psikoloji de vardı kuşkusuz.

İslam dini, medeniyetin ta kendisidir. Avrupa toplumları, Ortaçağ’ın karanlık yollarında yürürken, ışık hakikatte de doğudan yükselmekteydi. Doğu, ileri medeniyetin topraklarıydı. Avrupalılar fen gibi ilimleri, özellikle Endülüs Devleti’nin üniversitelerinde öğrenmiş, hatta Papa Sylvester gibi pek çok din adamı da bu üniversitelerde yetişmiştir. Bugün, hâlâ Avrupa’da kimyaya, Chemie ve cebire, Arabi El Cebir kelimesinden kaynaklı Al-Gebra ismi verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce Müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir.
Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarla çevrili zannederken, Müslümanlar ilk olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü bulmuşlardır. Musul civarında, Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçmüş ve bugünkü rakamları elde etmişlerdir. Bugün, insaflı Hristiyanların kabul ettiği gibi, hakiki Rönesans, İtalya’da değil; Abbasiler zamanında, Arabistan’da başlamıştır ki, bu aydınlanma, Avrupa’daki Rönesans’tan çok çok öncedir.

İslam medeniyetinin yükseldiği dönemlerden biri de Osmanlı İmparatorluğu dönemidir. Bu dönemde de padişahlar başta olmak üzere, bilim alanında çok yetkin kişilerin olduğunu, bilim ve sanatın çok değerli olduğunu biliyoruz. Ta ki, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar. Osmanlı’nın son dönemlerinde İngiliz ajanlarının da katkılarıyla, İslam dininde ilim ve fen bilimlerinin olmadığı, bunların gavur icadı olduğu gibi pek çok düşünce ile halk galeyana getirilmek istenmiş ve bu yanlış inanç büyük ölçüde benimsettirilmiştir. Düşünmekten korkan, bilimden korkan, üretmeyen bir İslam toplumu profili, tam da bu art niyetli çabaların sonucudur.

El Hamra Sarayı Endülüs

Bir El-Hamra Daha Çıkar mı Bizden?

İslam toplumlarının bugünkü özeti şu: bir yanımız yaprak döker; bir yanımız bahar bahçe. Bir yandan aklıyla, bilgisiyle, inancıyla gelen bir nesil var; diğer tarafta ise kanla ve kaosla beslenen ve bu kaosta yitip giden Müslümanlar var. Bir yanda iyi okullarda, bilgiye en üst düzeyde ulaşan Müslümanların varlığı umut verirken; bir yanda Filistin, Arakan, Mısır var. Ümit etmek imandadır diyerek İslam toplumlarını daha güzel günlerin beklediğine dair bir inancımız var elbette. Bu inanç için, bu dava için daha çok bilmeli, daha çok okumalı, daha çok bilgiyle kuşanmalıyız. Kutsal kitabımızda nelerin anlatıldığını bilmeliyiz mesela. Dünyanın, öküzün boynuzları üzerinde olmadığına emin olmalıyız. Bilmenin kendisinin gavur icadı olmadığı konusunda önce oturup uzlaşmalıyız. İlmi değersiz görmemeli ve ilmimizi nerede kullanacağımızı ciddi ciddi düşünmeliyiz.

Endülüs’ün torunları, yakılan kitapların ve kaybolan bir medeniyetin hesabını, daha çok bilerek ve daha çok okuyarak vermelidir. El-Hamra Sarayı’nın avlusunda, kaybolan medeniyetin yasını tutmamak elde değil. Ancak yeniden ve bir kez daha, ihtişamlı bir medeniyet inşa etmek hala mümkün.

İslam medeniyetinin yıkılan duvarlarını bilgiyle, ilimle, inançla yeniden inşa edersek, belki küllerinden doğan bir El-Hamra daha yapabiliriz, ne dersiniz?

Mutlu bir hafta olması temennisiyle.

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir