Botokslu Ruhlar, Hormonlu Egolar ve GDO’lu Hayatlarımız

Botokslu Ruhlar, Hormonlu Egolar ve GDO’lu Hayatlarımız

Botokslu Ruhlar , Hormonlu Egolar Ve GDO’lu Hayatlarımız

Bu yüzyıl, insan ruhunu çabuk eskitiyor olmalı. Değiştik, dönüştük. Kabul etmek lazım. En azından emin olduğumuz bir şey var ki, artık eskisi gibi değiliz. Hiçbirimiz değiliz. Suretlerimiz, siretlerimiz değişti. Ve bu değişim önü alınamaz ve kaçınılamaz bir şekilde gerçekleşti. Hiçbirimiz o döngüyü kıramadık. Göre göre, bile bile ama istemeye istemeye değiştik belki de. En çok da Sanayi Devrimi sonrasında çözüldü insan ruhu. Dünyada ilk defa bir adam seri üretim otomobil yapacağını açıkladı. Henry Ford, kapitalizmin hayatımıza giren ilk gölgesiydi belki de. Henry Ford ile biz seri üretmeyi ve seri bir şekilde tüketmeyi öğrendik. Descartes’ın ima ettiğinin aksine, biz düşünmüyor ancak tüketiyorduk. Tüketiyorduk ki öyleyse vardık ! Varlık ve kimlik alanımız tüketmek oldu ! Sonrası ilmek ilmek çözüldü. Hep daha fazlasını ister olduk. Daha fazla eşya, daha fazla kapital, daha fazla güzellik… İnsani olan tüm taleplerimizin içini boşalttık. Eşyayı, kapitali, güzelliği ve her şeyin hep daha fazlasını isterken, tüm bunların maneviyatla olan bağını hışımla kopardık. Köklerimizi toprakta bırakırken, elimizde tuttuğumuz çiçekleri solmaz sandık. Halbuki nihayetinde solduk, yıprandık. En çok ruhlarımız yara aldı. Kapitalizm, ruhumuzun soğuk savaşıydı…

Şimdi arkamızdan yeni gelen kuşağı hedonist olmakla suçluyoruz, belki bizim neslimizi de suçladılar, suçlandık. Oysaki bu hedonizmi biz yarattık. Artık, o bilim kurgu filmlerindeki gibi, dünyayı istila eden tuhaf varlıklardık. Kainatın bu en güzel gezegenini tüketerek azalttık. Gezegenin doğallığını tükettikçe de, eksik kalan yerleri “ yapay ”olanla tamamladık. Zekanın bile yapayını tasarladık. Genetik bilimi, canlı kopyalamaya odaklandı. İnsan, Tanrı rolüne heves etti. O kopyalar yaşamadı, ancak biz gerçeği kaybettik…

Bu yüzyıl, doğal olanın yerine yapay olanı koyarak ve her daim daha fazlasını isteyerek ruhu ötekileştiren bir yüzyıl olarak geçecek tarihe. Ruhumuzun diğer yarısı, Atlantis gibi kayıp bir kıta artık… Ve bu yüzyılın, nevi şahsına münhasır da bir jargonu oluştu. Bu jargon ki, kuvvetle muhtemel bizden önceki kuşakların hiçbir zaman anlayamayacağı cinsten. İşte bu kelimeler arasındaki derin mesafe, bizim geçmişle olan mesafemizin de ne kadar büyük olduğunun kanıtı… Köprüler çoktan yıkıldı ve yıkılan her şeyin üzerine beton döktük bile…

Botokslu Ruhlar , Hormonlu Egolar Ve GDO’lu Hayatlarımız

Yüzyılın jargonlarından söz etmiştim. Bazılarına bir bakalım: “ tüketim toplumu, depresyon, botoks, soğuk savaş, piyasa, kariyer, meta, GDO, tatlandırıcılar, kullan-at eşyalar, sömürge, Arap Baharı, darbe, derbi, vesaire… ” Dikkati celp edecek şekilde hırslı bir yapay dönüşümün kavramları ve aynı zamanda lisanı bu kavramlar ve her biri derin mevzu. Tabi tüm bu kavramlar, dışımızı olduğu kadar içimizi de değiştirdi. Yüzlerini gerdiren insanların, yüzlerinden çok ruhları gerildi… Ruhumuzun köhnemişliğini, hemen bir botoks müdahalesiyle düzeltiverir olduk. Nerde yıpranma, orada botoks. Ala ! Ölümsüzlüğü bulamadık ama botoksu icat ettik ! Böylece hem bedenimizi hem de ruhumuzu hep ölümsüz zannettik… Estetik ameliyatı aşırı düzeyde tercih eden ünlülere bir bakın. Onların savaşı Azrail ile. Azrail’e dahi, hala genç olduğunu kanıtlarsa, bir ihtimal kurtulabilir diye… Velev ki, bedenlerin aksine, ruhlar botoks tutmadı. Sadece, ruhlarımız bir kez daha modern insanın yapay istilasına uğradı ve kaçacak yer bulamadı…

Bu yüzyıl, insanlara kudreti öğretti ve kudretinse sadece parayla ve egoyla mümkün olduğunu gösterdi. Auguste Comte ile Pozitivizm denilen akım, dini ve maneviyatı bir yere koyarak bilimin bir din, bilim adamlarının ise bu dinin peygamberleri olduğunu açıkladı. Böylece dine değil, bilime tutunduk. Bilim ne söylerse doğruydu. Din ise spekülatif bir şeydi. Allah’ın sunduğu yerine, insanın yapay dinine biat edilince olanlar oldu… Koyunları kopyaladık. İnsanlar üzerinde gizli gizli kimyasal çalışmalar yaptık. Diğer toplumları sömürdük. Sonra tüm bunların üzerini “ insan hakları ” ile örttük… Çünkü biz kudreti ellerinde tutanlardık ve bu bizim “doğal” hakkımızdı. Yapay kurgularımıza, doğal kanıtlar yaptık. Ne kadar yapaysak, gerçeklikten o kadar uzaktık. Bilmedik, fark edemedik. Kudretin asıl sahibine, O’na verdiğimiz söze riayet edemedik… Böylece yeni dünyanın insanları güçlü, kariyer sahibi, cüzdanı parayla, kalbi boş bir şekilde hayatımızda vuku buldu. Artık ak, akçe kara gün için değildi. Çocuk da yapardık, kariyer de. Böylece error veren kalplere, limitini aşmış bir egoya ve son sürat bir özgüvene kavuşmuş olduk. Bu metalara kavuşamayanlar öteki oldu. Çünkü artık biz/onlar vardı. Biz güçlüydük ! Onlar ise sistemde çokça bulunan, değersiz emeklerdi. Yeri doldurulabilirdi insanın, çok önemli değildi. Bunlar da yetmezmiş gibi, egonun şişkin sermayeli sahipleri tarafından, feodalizme öykünen bir sistemle egolarımızı daha da şişirdik. Güçlüydük, adil olmayabilirdik ama her durumda biz haklıydık… Ruhumuz bir kez daha yapay olan her ne varsa, hatta o yapay insanlığa yenildi… Maçın skoru pek ümitvar değildi…

Herhalde dedem hala hayatta olmuş olsaydı, organik meyve ve sebzeleri hiçbir zaman anlayamayacaktı. Hatta kızabilirdi de, yahu ne yaptınız da bu sebzelere böyle oldu ! diye sitem bile edebilirdi. Nur içinde yatsın o bu debdebeyi hiçbir zaman görmedi, tıpkı benim de onu hiç görmediğim, toprağının kokusuyla yetindiğim gibi… Ben dahi anlayamıyorum. İnsan bir şey yerken neden korkar ve düşünür ki ..? Acaba bu organik mi, acaba bu helal mi, yesem mi, yemesem mi, organik değilse gibi gibi gibi… Bir de GDO çıktı soframıza, sanki çok yerimiz kalmış gibi… Çok bilinen bazı fast food firmaları helal olmadıklarını açıkladılar. Hamburgere uzanırken elim havada kaldı. Pazarda sebze alırken şaşı beş olduk hepimiz, herkesin diline pelesenk olmuş bir soru, pardon beyefendi bu meyveler organik mi ? Kumaş alırken bile soruyorum, var mı bir katkısı, maddesi, petrolü ..? Doğal olanı yıktık, şimdi doğal olanı bulmaya çalışıyoruz. Çünkü biz ölümsüzlüğe öykünüyoruz… Botoksla gerildik, parayla güçlendik, ego göklerde, bir de sağlıklı olalım ki maazallah…

Resulullah Sallallahü Aleyhi Ve Sellem süt içerken bile, üç keçi varsa sadece birinin sütünü sağar ve içermiş. Ve dermiş ki: “ Bir keçinin sütüyle diğerininkini karıştırmayın. Keçilerin dahi fıtratları farklı farklıdır. Yediklerinizin fıtratı sizin fıtratınıza yansır. ” Ne kadar doğru. Bizimse şu yaptıklarımıza bakın. Değiştik, dönüştük demiştim ya asıl değişen fıtratımız oldu aslında…

Doğal olan ile yapay olan arasındaki mücadele devam ediyor… Umarım bir gün, sofralarımızda ıspanağın hap versiyonu ile karşılaşmayız… Umarım, anneler çocuklarına tabağındaki o tableti bitir ! diye çıkışmazlar bir gün. Umarım ruhlarımızın kırılmış, eskimiş taraflarını botoksla değil, sevgiyle iyileştirebiliriz. Umarım, hepsi birbirine benzeyen, botokslu seri üretim suretler ile değil de herkesin kendi güzeliğinde olduğu şekliyle insan türünü tanımlamaya devam edebiliriz. Umarım, kudretin hala ve daima O’na ait olduğunu, biz ve bizden sonrakiler hiç unutmayız. Egonun, musalla taşına kadar bize dost, kabirde ise düşman olduğunu dilerim ki hiç ama hiç unutmayız…

Tüm varlık alemine, her şeyin Allah’ın tayin ve takdir ettiği üzere yaşandığı, doğal, insancıl ve yanıltmayan güzellikler dilerim .

Selam ve dua ile

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir