Bir Huzurumuz Vardı, O da Kaçmaz İnşallah!

Bir Huzurumuz Vardı, O da Kaçmaz İnşallah!

Huzur Sokağı

TV’lerden evlere yayılacak sosyetik tesettürlü dizilerin ilk işaretini verecek ise bu başlangıca dur demeli. Müslümanca kaygılara duyarlı bir film olur inşallah Huzur Sokağı.

Uyarlama, örneğini birçok kez dünyada ve ülkemizde sinema ve televizyon sahasında gördüğümüz bir hadise. Hayatın gerçeğinden uyarlama, tarihî bir olaydan uyarlama ve -günümüzde en popüleri- “aynı isimli romandan uyarlama” gibi çeşitleri bulunan bir çalışma.

Uyarlamalarda nadiren de olsa başarılı örnekler verildi

Bu tür uyarlamalarda kimi zaman samimi çalışmalar yapıldı ve yapılan uyarlama aslına ne kadar sadık kaldı ise o kadar başarılı oldu. Öyle ki filme çevrilen roman izlenildiği zaman iğreti bir duruş sergilemekten ziyade, okuyucunun hayal dünyasında okuyarak yerleştirdiği dekor ve şahıs kadrosunun seçiminde gösterdiği ortaklık duygusunu yakalayarak “evet işte budur” dedirtti. Örnek mi? İşte Tarık Buğra’nın Osmancık adlı romanının güzelliğine güzellik katacak bir uyarlama olan usta yönetmen Yücel Çakmaklı’nın “Kuruluş” filmi. Bu film, romanın senaryoya uyarlanmasının başarılı örneklerindendir. Yine Tarık Buğra’nın Küçük Ağa romanından uyarlanan ve aynı ismi taşıyan filmi de bu güzelliği taşımaktadır Yücel Çakmaklı’nın.

Uyarlama işinin iyi yapılmış örneklerini Avrupa’dan da verebiliriz. Ülkemizde romanında önce izlenen Sherlock Holmes filmi, dünya genelinde milyonlarca izleyici ile buluşmuş bir yapıttır ki daha önce filmi izlenilen bu dedektifin romanı şimdilerde bizde yeni yeni okunmaya başlandı. Bizde işler böyle yürür genelde, önce filmini, dizisini izleriz; kafamıza yatar, hoşumuza giderse kitabını okuruz.

Bir huzurumuz vardı, o da kaçmaz inşallah!

Normalde liselerde okunması için öğrencilere verilen okuma listeleri içinde yer alan Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü, Eylül, Araba Sevdası gibi eserlere dönüp hiç bakmamışken, TVlerde yapılan ve aslına asla sadık kalınmayan, tamamen melankoli, ajitasyon ve sömürü üzerine kurulan dizilerin rağbet görmesi üzerine harekete geçen yapımcılar, kıyıda köşede kalmış ne kadar okunmaz eser varsa, sırf isimlerine sadık kalınarak yapılan uyarlamalarda kullandıkları marjinal isim ve resimlerle yani oyuncuları ile yığınları televizyon başına geçiriyorlar. Bu durum bizi rahatsız ediyordu elbette ama “izlemiyorum ve izletmiyorum (aileme)” diyerek bir şekilde bu rahatsızlıktan uzaklaşabiliyorduk ama nereden bilebilirdik ki bu durumun bir gün gelip de kendi değerlerimizden birini faklılaştırıp bize sunacağını…

Huzur Sokağı bizim için ne anlam ifade ediyordu?

Dinin yaşantılarındaki yeri hayatlarının merkezi olan gençlik için hayatının çoğunlukla ilk gençlik yıllarında okuduğu mühim eserlerden bir tanesi muhakkak ki Huzur Sokağı’dır. Bir dönemin hareketli ve heyecan dolu dindar gençliği için, yazdıkları ve şehir şehir gezerek anlattıkları ile ve hatta giyiniş tarzı ile dahi bir idol olarak görülen bir isim olan Şule Yüksel Şenler’in unutulmaz eseri olan Huzur Sokağı… Bu sokak sıradan bir sokak değildi, yaşananlar sıradan aşk romanı konusu olarak görülemeyecek bir hususiyeti taşırdı bizim için. Anlatılan sadece mütedeyyin bir aile geleneğinden yetişen ve hayatında helal-haram çizgisini koruyan bir delikanlı olan Bilal ile asrî bir yaşam süren, zengin ve dönemin sosyetik yapısını temsil eden Feyza’nın aşkı değildi.

Bilal, babasını kaybetmiş bir yetim iken annesine sadık bir evlat olarak üniversite okuyan ama aslından kopmayan ve dinî vecibelerini yerine getiren, hatta mahalle camisinde bazen ezanları dahi okuyan ve o dönemde birçok camianın yetiştirdiği pırıl pırıl bir dindar genci -idealize edilmiş olarak- temsil eden bir isimdi. Bilal’in, Feyza tarafından teklif edilen aşka, sırf hayatlarındaki dinî hassasiyet noktasında Feyza’nın kendisine uymadığını düşünerek hayır demesi. Ve romanın sonunda, yolların nasıl da birbirinden farklı göründüğü halde kendileri için olmasa da çocukları için artık aynı dünyanın insanları olarak hayatlarını birleştirebilecekleri bir duruma geldiklerini gösteren bir çizgi üzerinde sırf “dini hassasiyetin” ön plana çıkartılarak meselenin izah edildiği bir kurguda Şule Yüksel Şenler’in şehir şehir gezerek anlattıkları ile kurgulanmış bir gerçeklik vardı.

Bu roman çok okundu, hatta öyle ki olmazsa olmazlardan oldu. Ben lisede bu kitabı okurken, babam “ben sanayide çıraklık yaparken okumuştum bu romanı” dediğinde roman biraz daha farklılaştırmıştı bana güzelliğini. Edebiyatçılar, “bu eserler esasen roman değildir, içlerinde tez barındırıyorlar” dese de o tez bir zamanlar yerine sağlıklı bir şekilde ulaştığı için bizim romandan beklediğimizi hakkıyla yerine getirmiş oluyordu. Roman, bu derece ilgi ve alaka görmesinden sonra sinemaya da adını yazdırması ve etkinliğini daha da artırması için yine Yücel Çakmaklı tarafından “Birleşen Yollar” adı ile, aslına sadık kalınarak ve üzerine düşen görevi yerine getirerek film haline getirilmiş, beyaz perdeye uyarlanmıştı.

Başörtüsüne “görüntü kirliliği” diyen bir başrol oyuncusu da var

Aradan çok uzun yıllar geçti. Yaşantılarında Huzur Sokağı iklimi esen semtlerin, hem meskeni değişti hem de sakinleri… Modernleşme rüzgârı savurdu çatılarımızı, tahta kapılar, çelik kapılara döndü, yan yana evler birbirini tanımaz ülkelere döndü. Merkezî sistem ezan okuma çıktı, mahallenin gençleri, mahalleye açılan internet kafelerde takılır oldu. Huzur dolu sokakların huzuru hepten kalmamışken, sadece hatırasını koruyan bir sokak olarak kalan Huzur Sokağı’nın bu günlerde hatırası ve hassasiyeti yıkılmaya çalışılıyor.

Her şeyin İslamileşmesi midir yoksa muhafazakar isimlerin artık hassasiyetleri entegre etme meyli midir bilmem. Bir dizi reklamı yapılıyor şimdi bir kanalda, sokakları aşinası olmadığımız yerler, yaşantıları bize benzemeyen insanların oynayacağı, daha öncesinde isimlerini ve yüzlerini başka dizilerde kirletmiş olmalarına rağmen onların seçilmesinin verdiği vahametle insan içine bir soğukluk veren fragmanı ile başlayacak olan bu dizi, kalan birazcık hassasiyetimizin eski adını da unutturacak bize. (Hariçten gazel: İyi de ne var ki bunda? Bu kadar, patırtı gürültü çıkarmak ne diye? Bir roman öyle ya da böyle bir dizi projesinde kullanılmış. Neyi kaybetmenin davasıdır bu?)

Kontrolsüz bir mekanizması olan TV gücünün bizi de içine böylece çekmesinden kimler rahatsız, kimler umursamaz bu durumu bilmiyorum ama dizi çekimlerinde başörtüsü için “görüntü kirliliği” tabirini kullanan bir kişinin bu dizide başrol oyuncusu olması, özellikle de başörtüsü hassasiyeti ile bir devre öncülük etmiş bir ismin romanının bu zihniyete sahip birisine teslim edilmiş olması, hiçbir şey için hassasiyetimizin kalmadığını gösterir.

Eğer “bu dizi çok tuttu” denilir, “muhafazakâr kesim çok rağbet gösterdi” denilirse, bu vebal kimin üstünde kalır, hesabını kim verir? Bizi üzen asıl nokta romanın yazarının bu işe nasıl olur da olur vermesidir. Öyle ki bu ülkede bir zaman geldi “başörtüsü onurumuzdur” mitingleri yapıldı. Sırf bu onuru korumak için nice insan makamından, mevkisinden, kariyerinden, işinden geri bırakıldı. “Başörtüsüne özgürlük” mitingleri yapıldığında, şehirlerde oluk oluk insan tek vücut olmuş, tek yürekten bir ses bu özgürlüğü haykırdı. Gözyaşları içinde konuşmalar yapıldı. Birileri bu onuru korumak için çok şeylerinden vazgeçtiler. “Yemenidir, yaşmaktır bayraktır başörtüsü/ Şimdi öz vatanında tutsaktır başörtüsü” ezgileri çok şey anlatırdı. Bugün bile hâlâ tazedir hatıraları.

Peşinden gidecek bir davamız, savunacak bir değer dünyamız kalacak mı?

Hal böyle iken dünden bugüne değişim rüzgârları çok çabuk esti, üniversitelerde “iki saatlik ders sırasında aç, sonra yine kapatırsın” diyenlerin baskısına rağmen açmayanların hassasiyetleri dalgaya alınacak kadar düştük. Ve bugün öyle ki artık başörtüsü, bir aksesuar, bir güzellik aracı olarak kullanılmanın da dışına çıkartılarak, TV’de reytingleri yükseltme aracı olarak kullanılmaya başlanıldı.

Hassasiyetlerimizin önce normalleşmesini sağlayan, daha sonra bayağılaştıran ve moda sektörünün öncüsü olan TV’lerden evlere yayılacak sosyetik tesettürlü dizilerin ilk işaretini verecek olan bu başlangıca, reklam aracı olarak giyilen tesettürün içini boşaltmak yolunda yapılan çalışmalara karşılık Allah’ın ayeti şöyle buyuruyor: “Mü’min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zinet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini de ta yakalarının üstlerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nûr Suresi, 31. Diyanet meali)

“Dün başörtüsü için verilen mücadeleler, çekilen çileler boşuna mıydı?” denilmesin. Müslümanlar şimdilerde biraz rahata erişti diye değerlerimiz yoktan yere harcanmasın ki savunduğumuz şeyleri bugün ucuza satanlardan olursak yarın peşinden gidecek bir dava, savunacak bir değer dünyamız kalmayacak.

Bu “Huzur Sokağı” adlı dizi hasbelkader bugün yarın başlıyor, inşallah temennimiz eserin ruhuna sadık kalınabilir, eserdeki o Müslüman hava yansıyabilsin.. Eğer bu olamayacaksa, bunu başarmak kolay değil belki ama bunun için çaba gösterilemeyecekse o zaman isterim ki bu filme itibar edilmesin, en azından mütedeyyin kesimler izlemesin, elde kalan hassasiyetlerimiz bize bizim ruhumuza, havamıza yabancı kalacaklar aracı ile anlatılmaya çalışılmasın.

Yazı: Sefa Toprak

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir