Tarihte Çocuk Olmak

Tarihte Çocuk Olmak

Tarihte Çocuk Olmak

Tarih denildiğinde aklımıza savaşlar, zaferler, yenilgiler, krallar, imparatorlar ve imparatorluklar gelir. Çünkü genelde, sıradan insanlardan çok devletlerin tarihidir kaleme alınan. İnsanlık tarihine baktığımızda, sivil bir tarih yazımından çok, siyasi bir tarih yazımının önplanda olması da oldukça doğal. Ya çocuklar? Onların bir tarihi var mı? Çocuk olmakta tarihsel süreç içinde çok değişim gösterdi elbette. Çocuklardan beklenenler ve çocukların bekledikleri, muhtemelen her tarihsel dönemde farklı farklıydı. Çocukluğun da nevi şahsına münhasır bir tarihi var elbette. Özellikle Fransız tarihçi Philippe Aries’in 1963 yılında ortaya koyduğu çalışmalarla çocukluğun tarihine yönelik ilginin de arttığını görmekteyiz.

Taş Devrinde Çocuk Olmak

Taş Devri’nde nasıl bir yaşam vardı, sosyal hayatın temel gereksinimleri nelerdi tam olarak bilemesek de en azından bir fikir sahibi olduğumuzu düşünüyorum. Taş Devri deyince gözümün önüne düşen Fred Çakmaktaş, Barny Moloztaş, Çakıl, Dino bir kenara o dönemde en azından bugünkü gibi bir teknoloji olmadığına eminiz. Ateş vardı, bazı kesici aletler olduğunu biliyoruz ve insanlar mağaralarda yaşardı. Böyle bir sosyal yapı içinde çocukları düşünün. Avlanan bir baba; meyve, yemiş toplayan bir anne. Her şey tamamen doğayla iç içe. Hatta o kadar iç içe ki, vahşi hayvanlar ve insanların yaşam alanları neredeyse bir arada. Böyle bir ortamda çocuk olmak, bugünün koşullarında çok cezbedici gelebilir fakat söylemek isterim ki, yapılan bulgularda çocukların yüzde ellisinin daha büyümeden yaşamlarını kaybettikleri ortaya konulmaktadır. Bunun sebebi elbette ki doğal afetler, vahşi hayvanlar, hastalıklar gibi insan kontrolünde olmayan sebeplerdi. Taş Devri, yaşam mücadelesinin çetin olduğu bir dönemdi ama en azından o dönemdeki çocukların performans ödevleri olmayan bir hayatları vardı…

Tarihte Çocuk Olmak

Mezopotamya’da Çocuk Olmak

İnsanlık tarihinde biraz daha ilerledikçe bu kez de Sümerlere rastlıyoruz. Sümerler büyük bir uygarlık kurdular. İki tekerlekli taşıtları olan ve çivi yazısını bulan Sümerlerden bahsediyorum; kâğıdı bulamadıkları için taş tabletlere yazılar yazan Sümerlerden. Yazıyı buldukları için, yazı yazmayı öğreten okullar açtılar. Tarihte bilinen ilk okullar Sümerlere aittir. Okulla arası iyi olmayan çocuklar, bu icattan pek hoşlanmayacaklardır elbette. Sümerler okula “tablet evi”, öğretmene “okulun babası”, öğrencilere de “okulun oğulları” derlermiş. Bu da bize erkek egemen bir okul ve öğrenci sistemleri olduğunu düşündürüyor. Tabi zannetmeyin ki bu okullara tüm halk giderdi. Okula sadece prenslerin, rahiplerin, askerlerin çocukları gidermiş. Diğer çocuklar tarlada çalışırlarmış. Sümerlerde çocuk işçiler, kadın işçiler gibi yarım ücret alırlarmış. Buradan Sümerlerde kadına ve çocuğa yönelik verilen değeri tahmin etmek pek de zor olmayacaktır.

Anne ve çocuk ilişkisi, tarihin her döneminde sevgiyle kurulmuş bir bağ aslında. Sümer kenti olan Nippur’da yapılan kazılarda bir çocuğun annesine yazdığı şiir, bakın bir çocuğun sevgisini nasıl anlatıyor bizlere..

Geziye giden kralın habercisi
Seni Nippur’a göndereceğim, şu haberi ulaştır
Uzun bir yolculuk yaptım
Annem üzüntüden uyuyamıyor
Durmadan yolculara sağlığımı soruyor
Odasına bir kızgın söz girmeyen o
Selam mektubumu eline ver
Eğer annemi bilmiyorsan tarif edeyim
Onun satırlarında sevimli bir ses, kelimelerinde iyi bir anlam var
Yüzü ışıldayan, parlak bir heykeldir annem
Tanrısal bir güzellik, bir gelin, bir neşe
Annem mevsiminde yağmur, en iyi tohumlar için sudur
..

Yine konumuza dönecek olursak, okula giden bu seçkin zümre çocukları, öğretmenlerin hazırladığı tabletleri ezberlemekle yükümlüymüş. Ezberlemek, bugünün aksine, o dönem eğitim sistemi için çok önemli imiş. Yani anlıyoruz ki bizi ezberciliğe iten ilk anlayış Sümerlere dayanıyordu, bizim bir kabahatimiz yok. Sümerli çocukların özellikle tanrıların ve kralların yaptıkları işleri ezberlemeleri gerekirmiş. Sümerlerde, sınıf ayrımına dayanan bir toplumsal hayat içerisinde çocukların ne kadar mutlu olabileceğini kestirmek zor. Sümerleri geçelim bakalım Roma’da neler oldu?

Eski Roma & Eski Yunan’da Çocuk Olmak

Bu dönemde, çocuklarla ilgili daha çok bilgiye rastlamaktayız. Bu dönemde bebek doğumlarının kutlanmaya başlandığı görülmekte. Hatta varlıklı ailelerde, çocukların bir pedagog eşliğinde yetiştirildiğini ve dil dersleri aldığı da bilinmektedir. Çocukların, toplumsal hayat içinde öneminin arttığını söylemek mümkün. Dil eğitimi, müzik eğitimi en gözde olan alanlar. Eski Roma’da cinsiyete yönelik eğitimler daha fazla. Kız çocukların, erkek çocuklara göre daha sınırlı eğitim aldığı ve kızların genelde evde yemek pişirme, örgü yapma gibi işlerle ilgilendiği görülmektedir.

Tarihte Çocuk Olmak

Ortaçağ’da Çocuk Olmak

Günümüze doğru yaklaştıkça, çocuklarla ilgili ulaşılan bilgi sayısı da artmaktadır. Bu durum, zaman içinde, çocuklara verilen anlamın artması olarak düşünülebilir. Ancak neredeyse 17.yüzyılın sonlarına kadar çocukların yetişkinlerin birer minyatürü gibi görüldüğünü söylemek mümkün. Kıyafetler ve davranışlar bakımından çocuklar tıpkı yetişkinler gibi algılanıyordu. Çocuğa yönelik aile tutumları bu nedenle daha sert bir dokuya sahipti. Bu, çocukların sevilmediği algısına yol açmasın, çocuklar seviliyordu fakat yetişkinlerden farklı görülmüyordu. Çocuklara özgü gelişimsel özelliklerden bahsetmek için henüz erken bir çağdı…

Tarihte Çocuk Olmak

Osmanlı İmparatorluğu’nda Çocuk Olmak

Osmanlı döneminde çocuklar büyüyene kadar ailelerinin yanında bir yaşam sürerlerdi. Mahallelerde “taş mektepler” vardı ve çocuklar eğitim için bu mekteplere giderdi. Varlıklı aileler ise daha ziyade özel öğretmenler tutmayı tercih ederdi. O dönem çocuklarının oyuncakları olduğunu görüyoruz. Elbette ki bahsettiğim oyuncaklar, Barbie bebekler, uzaktan kumanda edilen arabalar filan değil. Çocuklar kendilerinin veya büyüklerinin yaptığı oyuncaklar ile oynuyorlardı. Fırdöndüler, topaçlar, çemberler bu dönemin en gözde oyuncakları. Aynı zamanda, artık veya kullanılmayan malzemelerin oyuncak olarak yapıldığı ve bu şekilde değerlendirildiğini de söylemek mümkün. Bu dönem çocuklarının en çok ilgisini çeken oyun Karagöz-Hacivat gibi gölge oyunları. Ve bu dönem çocukları, bizim apartman çocuklarımızın aksine sokakta güvenle oynayan çocuklar. Elbette ki salıncaklar, tahterevallilerin olduğu parklar yoktu belki ama mahalleler, caddeler onların oyun parklarıydı. Osmanlı’da çocuğun değerli bulunduğu bir toplumsal hayat vardı.

20.Yüzyılda Çocuk Olmak

1900’ler savaşlarla hatırlanan, acı bir dönem. Önce 1.Dünya Savaşı’nın getirdiği acılar, Balkan savaşları, yıkılan imparatorluklar, 2.Dünya Savaşı, Hitler’in yaptığı soykırım, felaketler, yıkımlar.. Bu dönemde çocuğa dair edindiğimiz enformasyon daha fazla fakat daha iç parçalayıcı. 20.yüzyılın çocukları, büyüklerin yaptığı savaşlarda masumca ölen çocuklardı. Belki de onca savaşın, açlığın ortasında, her şeyden habersiz yaşama tutunmaya çalışan çocuklardı, bazen de tutunamayan..

Tarihte Çocuk Olmak

Ve Bugün Çocuk Olmak..

Tarihsel ilerleyişimizde bugüne vardığımızda ise görünen tablo daha umut verici. Çocukların her döneme ait gelişimsel özelliklerini, hastalıklarını, alacağımız önlemleri daha iyi biliyoruz. Çocuklar artık minyatür yetişkinler değil bizim gözümüzde, sadece “çocuk”lar. Çocukların hayallerine, isteklerine, beklentilerine saygı duymayı öğrendiğimiz bir yüzyıl. Sümerlerden altta kalmayacak düzeyde bizim de “tablet”lerimiz var ve tüm çocuklar o tabletlere müptela..! Herkese yetecek kadar oyun, oyuncak üretebilecek kadar da moderniz artık. Hastalıklar için aşılarımız var. Her bir çocuğumuz kanatlarımızın altında ve onları çok seviyoruz. Onları çok seviyoruz da, bazen acı çekmelerine engel olamıyoruz. Her yüzyılın zor zamanları olur ama hani derler ya göz görmeyince gönül katlanır derler, biraz o hesap… Ancak biz çok moderniz; televizyonlarımız var, çok akıllı telefonlarımız var, uzaya bile çıkabiliyoruz ve göz görüyor, gönülse katlanamıyor artık.. Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Suriye’deki çocukları gördükçe, çocuk istismarlarını duydukça bildiğimiz tüm kuramlar, tüm psikoloji literatürü, tüm kitaplar ve tüm teknoloji yetersiz kalıyor..

21.yüzyılda övündüğümüz şey teknoloji değil sevgi olmalıydı zannımca. Hâlbuki biz teknolojide yükselmeyi, uygarlıkta yükselmeyle eş tuttuk. Teknoloji yükseldikçe, sevgi sığlaştı, sevgisiz bir teknoloji ortaya çıktı. 21.yüzyılın çocukları bunca oyunun, oyuncağın, pedagojik gerçeklerin içinde insanların hırslarının oyuncağı oldu. Efendimiz (s.a.v)’den önce toprağa diri diri gömülen bedevi çocuklarından ne farkı var bugün Afrika’da, Suriye’de,Arakan’da, Gazze’de yaşayan , yaşamayı bırakın çaresizce ölen çocukların… Ne önemi var bunca teknolojinin ve ne anlamı var bunca bilginin, çocuklar öldükten sonra… İnsanları bombaladıktan sonra uçakların, bir şehri yerle bir ettikten sonra atom bombasının, bir çocuğun hayatını yok ettikten sonra insanlığın ne önemi var… Masum çocukları, mahzun eyledikten sonra, ne kerameti var modernliğin veyahut postmodernliğin..

Çocukluğun tarihine gölge düşürmeyen bir yüzyıl olarak anılmak temennisiyle..

Selam ve dua ile…

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir