Osmanlı’dan Günümüze Ramazan ve İftar

Osmanlı’dan Günümüze Ramazan ve İftar

Osmanlı Ramazan Sofraları ve İftar Usulü

Osmanlı’dan Günümüze Ramazan ve İftar Usulü

İslam aleminin “Onbir Ayın Sultanı” olarak nitelendirdiği Ramazan ayında sofralar da misafir eksik olmaz. Eş, dost ve akrabalık ilişkilerinin en sıcak tutulduğu aydır. Ayrıca Ramazan ayında sofrada yoksullara da yer açmanın önemi büyüktür. Zaten bu mübarek ayda tutulan oruçlar biraz da yolsul ve aç olanların haliyle hallenmek değil midir?

Ramazan sofraları Osmanlı’da da oldukça bereketli sofralar idi. Peki sıradan bir Osmanlı ailesinin iftar sofrası nasıl düzenlenirdi?

Osmanlılar zamanında Ramazan ayının gelmesiyle hânelere ve gönüllere bir şenlik doğardı. Hanımlar bütün hünerlerini ortaya döker, birbirinden leziz ve Ramazana özel lezzetlerle sofraları donatırlardı. Anne ve babalar Ramazanın tatlı telaşı içindeyken, çocuklar da unutulmazdı. Ailenin yaşlı fertleri çocuklara masallar anlatır, bilmeceler sorar, onları hem eğitir, hem de eğlendirirlerdi. Evlenme çağındaki kızlar ise; büyüklere hürmette kusur etmemek, sofra adabı, oturuş ve kalkışlarıyla büyükler tarafından bir değerlendirmeye tâbi tutulurlardı. Ramazan boyunca devletin önde gelenleri ve varlıklı kişilerin konaklarında büyük iftar sofraları kurulurdu. İftarların en görkemlilerinin yaşandığı sarayda sofraya büyük siniler dizilir, saraylılar sofranın çevresine sıralanıp iftar açarlardı. Sofranın muazzam görüntüsü nefis yemek kokularıyla birleşince, insanda bir imrenme duygusu meydana getirirdi. Top atılır atılmaz da duâlar yapılır ve yemeklere hücum edilirdi. İftariyeliklerle başlayan iftar yemeğine hep birlikte kılınan akşam namazıyla ara verilirdi. Namazdan sonra iftar sofralarında değişmez ilk yemek; et veya tavuk suyuyla hazırlanan düğün, mercimek, yoğurt, pirinç çorbalarıydı. Ramazanın vazgeçilmez yemeği pastırmalı yumurta ise sahanlar içinde yanında mutlaka Ramazan pidesiyle sunulurdu. Daha sonraki yemekler etinden sebzesine, pilavından böreğine ev sahibinin gücüne göre yapılan lezzetlerdi. Kuru meyvelerden yapılan hoşaflar, 60-70 kat yufkadan oluşan baklava, kazandibi, kabak tatlısı, keşkül ve Ramazana has bir tatlı olarak bilinen gül kokulu güllaç ise iftar sofralarının vazgeçilmez tatlılarıydı.

Osmanlı Ramazan Sofraları ve İftar Usulü

Osmanlı döneminde her evde iftar zamanı için üç sofra kurulurdu. Birinde evin erkeği ve erkek misarfirler, diğerinde evin hanımı ve hanım misafirler, diğerinde de evin hizmetkarları ve davetsiz misafirler olurdu. Burada dikkat edilecek durum evde hazırlanan üç sofrada da aynı yiyecek ve içeceklerin bulunmasıydı. Mübarek Ramazan ayında dikkat edilmesi gereken ve özellikle vurgulanması gereken konu da şüphesiz eşit yiyecek ikramıdır. Ramazan ayında Osmanlı’da da herkes eşit kabul edilir ve Allah’ın bahşettiği tüm nimetler herkesle paylaşılırdı. Bir de yemek sonrasında ev sahibi gelen tüm misafirlere bir kese para verirdi. Bu verilen paraya “diş hakkı” denir. Eski Ramazanlarda hassasiyetle üzerinde durulan, ancak şimdilerde unutulan geleneklerden biri de ‘Diş Kirası’dır. “Biz seni yemeğe çağırdık, sen bizim yemeğimizi yerken dişlerin aşındı, bu da senin diş kiran” düşüncesiyle bu kese kese para dağıtılırmdı. Osmanlı’nın bu güzel ve ince düşünceleri medeniyetin en güzel göstergesidir.

Osmanlı Ramazan Sofraları ve İftar Usulü

Tarihçi yazar Talha Uğurluel, ‘Ramazan Medeniyeti’ konulu konferansında verdiği örnek ile Osmanlı’da Ramazan sofralarının edep ve adabını çok daha iyi anlıyoruz. Talha Uğurluel, Osmanlı iftar sofralarını şöyle anlattı: “En çok sorulan sorulardan biri de zengin iftar sofraları. Eğer o sofralara her bütçeden insan oturuyorsa, her kesimden insan davet edilip çağırılıyorsa, zengin iftar sofraları makuldür. Osmanlı bunu yapmış. Ama sadece zenginleri çağırıp lüks içerisinde bir iftar, uygun değildir. Osmanlı’da kurulan yer sofralarının her birine bir isim verilirdi. Yasin, Tebareke, Amme gibi isimler… Sofrada kaç kaşık varsa o kadar kaşığa sofranın adı yazılırdı. Kaşıklar bir sepete konur ve misafirlere girişte verilirdi. Sepetin içerisinden kaşığı alan misafir, hangi sofranın kaşığı eline gelmişse o sofraya otururdu. Böylece sofralarda ayrımcılık önlenirdi.”

Osmanlı döneminde namazdan sonra eğlence yerlerine gitmek adettendi. Özellikle Şehzadebaşı’ndaki Direkler Arası en canlı eğlence merkezlerindendi. Tavuk Pazarı’ndaki semai kahveleri, Şehzadebaşı’nda sergilenen kukla, Karagöz, ortaoyunu gösterileri, bazı ünlü meddahların devam ettiği kahveler en çok ilgi gören eğlence mekânlarıydı. Kavuklusuyla, Pişekârıyla, davul ve zurnanın coşkulu sesiyle, lavanta kokularıyla orta oyunu, bir başka âlemdi. Orta oyununda olaydan çok nükteye yer verildiği için, oyuncular aralarında tespit ettikleri konuyu çoğu zaman taklit ve nükte üstüne nükte yaparak hareketlendirir ve renklendirirlerdi. Eğlence; gazeller, semailer, koşmalar, divanlar, manilerle devam ederdi. Kadınlar da evlerde toplanır, çeşitli eğlenceler düzenleyip maniler okuyarak sahur vaktine kadar hem eğlenip, hem de sahur yemeği hazırlarlardı. Sabaha karşı davulcuların okuduğu maniler, sahuru haber verirdi.

Osmanlı Ramazan Sofraları ve İftar Usulü

Abdülhamit’in kızı Ayşe Sultan’ın, 1960′ta yayınlanan “Babam Abdülhamit” isimli kitabında şöyle anlatılıyor: “Sarayda Ramazanlar çok güzel olurdu. Bir hafta evvel hazırlık başlardı. Temizlik yapılır, kiler-i hümayundan bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü şuruplar, birçok iftariyelikler gelirdi. Ramazanın ilk gecesi bütün dairelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurulur, harem ağalarıyla bir imam, iki güzel sesli müezzin gelirdi. İlahiler okunarak namaz kılınırdı. Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı. Öğle üzeri de her daireye bir hoca gelir, vaaz verirdi. Akşam topla beraber zemzem-i şerifle oruç bozulur, iftar takımları hazırlanır, buzlu limonatalar, şuruplar içilirdi… Sarayın harem dairesi, Ramazanda adeta cami haline girer, herkes ibadetle vakit geçirirdi…”

Osmanlı Ramazan Sofraları ve İftar Usulü

Her Ramazan ayında içerleriz “Nerde o eski Ramazanlar” diye. Her genç önceki neslinden duyar bu içerlemeyi ve tekrar tekrar devam eder. Hiç şüphesiz ki bizlerde ileride aynı şeyleri tekrar edeceğiz. Ancak unutulmaması gerekn değerlerimizi devam ettirmek için elimizden geleni yapmalıyız, yapmalıyız ki bu güzel değerlerimiz yok olmasın. Her Ramazan’ın kendine has bir güzelliği vardır. Ramazan heyecanı ve coşkusu ile Ramazan ayını karşılarsak ve o mübarek aya aynı değer ve özeni sürdürmeye devam edersek her Ramazan eskisi gibi güzel gelecektir. Bu güzelliği veren de, bu ay içindeki rahmet, bereket ve mağfiret gibi Rahmanî hediyelerdir.

Kaynaklar:
inegolhaber.com.tr
yoremizden.com

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir