Menderes, Affet Bizi…

Menderes, Affet Bizi…

Ayşegül-Aldemir-Yazıları-Adnan-Menderes

27 Mayıs 1960 , vakit sabaha karşı … Radyolardan yükselen bir ses , bu toprakların Cumhuriyet tarihinde gördüğü ilk darbeyi ilan ediyor … Menderes Eskişehir’de . Celal Bayar , tankların ve topların gölgesinde Çankaya Köşkü’nde …

Celal Bayar köşkte sessizce bekler , kendisini almaya gelecek olanlara karşı hazırlıklıdır . Eli , silahının kabzasında , o esnada içeri bir general girer . İçeri gelen kişi , veteriner bir paşa olduğunu ve kendileriyle gelmeleri gerektiğini söyler . Celal Bayar acıyla gülümser , elini silahının kabzasından çeker ve yapabilecek kudreti olduğu halde vazgeçen insanların asaletiyle teslim olur .

Aynı saatlerde , Eskişehir’den Kütahya’ya doğru yol alan Adnan Menderes , Kütahya’ya henüz varmadan , tarihin ‘‘ korkunç bir hata ’’ olarak yazacağı darbe engeline takılır . Adnan Menderes , apar topar bir uçağa bindirilerek Ankara’ya götürülür , oradan da Yassıada’ya … Zaten bu andan sonra olacak her şey acele , apansız ve acemice olur …

Akla gelmez çoğu vakit ama , hayat yıllar içinde değil , saniyeler içinde değişir . Emekler , fedakarlıklar , doğrular ve yanlışlar , her şey bir saniyede alt üst edilir … İktidardaki 10 yılın bir anda kül olması gibi …

Askeri hiyerarşiyi de , siyasetin ve seçimlerin gücünü de hiçe sayan bir cüretle 27 Mayıs bir kabus gibi çöker insanların yüreğine … Cemal Gürsel’e bugün sorsanız , belki de emekli olmuş ve evinde gazetesini okuduğu o koltuktan kalkıp , bir grup alt rütbeli subaya ve kanlı bir darbeye öncülük etmeyi seçmezdi . Herkes hayatında kendi Şah’ını oynar ve bazen bir anda Mat oluverir … İşte Cemal Gürsel de aldığı bu karar ile , kendi tarihinde , kendi Şah’ını Mat edecekti …

Yassıada yoklamalarında herkes oradadır … Ancak adalet ortalarda yoktur ! Kimsenin kendisini savunmasına dahi izin verilmez … Yassıada’da darbe mahkemesi henüz daha sonuçlanmadan , İmralı’ya ölüm çoktan gelmiştir … İmralı , davette bulunmadığı misafirleri için hazırlanmaya başlar … İkramlar pek de iç açıcı değildir ! Gelen emirler insanlığın bir yerlerde unutulmuş olduğunun da göstergesidir . Emri alanlar dahi anlamsızca , daha ölmeden ölüm kararları alınmış bu insanlar için mezar kazıp , tabutlarına çiviler çakmaktadırlar … İmralı’da huzursuz bir rüzgar , hiç gitmeyen bir kara bulut , gözlerde yakıcı belirsizlik vardır …

Ayşegül Aldemir Yazıları Adnan Menderes

15 Eylül 1961 , Yassıada … Karar , 15 mahkum için idam demektedir ! Celal Bayar , kararı duyduğu anda kulağındaki kulaklığı yere atıp yürümeye başlar , alınan kararın yanlışlığını suratlarına çarparcasına . Esasen mahkum olanların hepsi yürekli davranırlar karar anında . Hatta aralarında karar açıklandıktan sonra fotoğrafları çekilirken gülümseyenler bile olur . Adnan Menderes kararın ilan edilmesi sırasında , rahatsızlığı nedeniyle orada değildir . Fatin Rüştü Zorlu ,Celal Bayar , Hasan Polatkan ve diğerleri , hepsi kararın tam da zıttı bir şekilde sarsılmadan , dimdik ayaktadırlar . Kararı veren Milli Birlik Komitesi bu cesaretten rahatsız olur , hatta çekinir … Ancak zaten ihtilalin kendisi bir idam mangası değil midir ..? İhtilali yapanlar , geriye kimse için korkacak bir şey bırakmamışlardı ki …

Ve İmralı … İmralı’ya gelen on beş mahkumun en önünde Celal Bayar yürümektedir … Yaş haddinden dolayı idam kararının müebbete döndüğünü ve on beş mahkumdan sadece üçünün idam edileceğini ( Adnan Menderes , Fatin Rüştü Zorlu , Hasan Polatkan ) yine orada öğrenecektir . Celal Bayar’ın hemen ardından gelmesi beklenen Başbakan Adnan Menderes yoktur . Adnan Menderes o esnada Yassıada’da , kendisine verilen ilaçların da etkisiyle komadadır . Hücrelerin kapıları , adaletin suçlu ellerinden çıkmış kanlı bir kararın , masum sahiplerine açılır . Vicdanlar çoktan darağacına asılmıştır bile … İmralı’daki bu masum suçlular her şeyden bi’haber halde sessizce olacakları anlamaya ve tahmin etmeye çalışırken , imamlar bile hazırdır adada …

16 Eylül 1961 , günlerden cumartesi , vakit sabaha karşı … İmralı’da hava sıkıntılı , çaresizliğin son demi ve ölümün çaresizliğin üzerine çöktüğü bir an … Birkaç el , sanki her gün yapılan bir iş misali idam mangalarını hazırlıyor , bir hatayı teyit eder gibi ve sanki bütün ölümler sabaha karşı olmalıymış gibi … Gün doğmadan hüznün ipleri kaderlerinden yakalar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı … Bir daha sabah gelmez İmralı’ya …

Fatin Rüştü Zorlu ki , Türkiye Cumhuriyeti’nin gördüğü en başarılı dışişleri bakanı ve ölümün tanıdığı belki de en asil , en cesur insanlardan biridir . Büyük bir metanetle darağacına gider , ailesine mektubunu yazar . Mektup , Zorlu gibi metanetli , fakat bir o kadar da kederlidir :

‘ ‘ Anneciğim , Emelciğim , Sevinciğim ve Ağabeyciğim ,

Şimdi Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum . Sakinim . Huzur içindeyim . Benim için üzülmeyin . Sizlerin de sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir . Bir ve beraber olun . Allah’ın takdiri böyle imiş . Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim .

Anne , siz sevdiklerimi muhafaza edin ve Allah’ın inayetiyle onların huzurunu temin edin . Hepinizi Allah’a emanet eder , tekrar üzülmemenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim .

Allah memleketi korusun ’’

Mektubu yazdıktan sonra Fatin Rüştü Zorlu abdestini alır , namazını eda eder , en şık takım elbisesini giyer , kravatının olmamasına az biraz hayıflanır , hatta kol düğmelerini bile unutmaz … Darağacına defalarca inmiş çıkmışçasına hızla merdivenleri tırmanır . Öyle mağrurdur ki , cellat titrerken , Fatin Rüştü o an , oradaki herkesten daha sakindir …

Fatin Rüştü Zorlu’nun ardından Hasan Polatkan getirilir . Tedirgindir , imamın söylediklerini sessizce dinler . Oldukça yorgun , zayıflamış , kafası karışık ve çok bitkin görünmektedir . Hasan Polatkan’ı o gün görenler , zaten darağacına daha gelmeden , kederin Polatkan’ın Azrail’i olduğunu düşünmeden edemeyeceklerdir . Zaman , insanların kurduğu hayallerin içine acıları katmaz . Polatkan da şimdi hiç hayalini kurmadığı bir yolda yürüyordu , geri dönmeyi hiç düşünmeden … Ölümünün böyle olacağını kimse bilemezdi …

17 Eylül 1961 , pazar günü … Adnan Menderes , Yassıada’da komadan henüz çıkmıştır . Hemen muayene edilir . Kendisine verilen hiçbir şeyi yiyebilecek durumda değildir . Henüz iyileşmemiştir ve nekahat döneminde olmasına rağmen sağlıklıdır ( ! ) denilerek İmralı’ya alelacele gönderilir . Ölümün çok aciliyeti varmış gibi …

Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın haksız ölümünün ardından herkes Adnan Menderes için birilerinin Durun artık ! demesini beklemektedir . Dünya ülkelerinin neredeyse tamamı acil telgraflar ile bu idamların yapılmaması gerektiğinden bahseder : Başkan Kennedy , İngiltere Kraliçesi , Pakistan … Cemal Gürsel kabinesi ve darbe subaylarının yaptığı bu toplantılar esnasında gelen telgraflar kimsenin dikkatini çekmez . Öfkeden , savundukları hiçbir şeyin gerçek olmadığını anlayamayacak kadar gözleri dönen bu insanların tek istediği , yapacakları cinayetlere resmi bir kılıf ve yapay bir vicdan uydurmaktır . Cemal Gürsel kabinedeki ve komitedeki kontrolünü çoktan kaybetmiştir . O günlerde , aralarından hiçbiri , yıllar sonra ihtilali yapanların da , idam kararlarını onaylayanların da , geriye dönüşü olmayan bir pişmanlık içinde olacaklarını göremedi , o gün göremediler belki ama hayat elbet onlara pişmalığı da öğretecekti …

Ayşegül Aldemir Yazıları Adnan Menderes

Son bir umutla İsmet İnönü devreye girer . İnönü ile Gürsel arasında yüksek dozlu bir konuşma geçer . Cemal Gürsel , kudretinin yetmediğinin farkında olsa da , Milli Birlik Komitesi’ndeki önemli komutanlara ulaşmaya çalışır . O gün hiç kimse olması gereken yerde değildir , Adnan Menderes de öyle ! Cemal Gürsel , nihayet telefonun ucunda Adnan Menderes’in bulunduğu yerde görev alan bir komutana ulaşır . Gürsel , Menderes’in İmralı’ya gönderilmemesini söyler . Telefondaki kişi , Menderes’in çoktan İmralı’ya yola çıktığını dile getirir ve Gürsel’e bir emri olup olmadığını sorar , ancak ümitler tükenmiştir , Cemal Gürsel telefonu kapatır . Beklenen olmaz ve söylenmesi gereken cümleler hiçbir zaman kurulmaz . Menderes , İmralı’ya varmak üzeredir …

Yola çıktıklarında Adnan Menderes , ada komutanına , ‘‘ Nereye gitmekteyiz ? ’’ diye sorar . Ada komutanı ‘‘ Hastane ’’ diye cevap verir . Menderes şüpheyle gülümser , yine de hala birilerinin dürüst olabileceğine inanmaktadır . Kendisine verilen cevaba itimat eder ve komutana eşinden mektup geldikçe kendisine ulaştırılabilmesi için kibar bir ricada bulunur . Hastaneye denilerek çıkılan yol İmralı’da son bulur ..! Yalan hazırlıksız yakalar Menderes’i , ölüm de …

Menderes İmralı’ya vardığında bir odaya alınır . Ancak o zaman anlar hastaneye değil , yaşamaya değil , ölüme geldiğini , ölüme getirildiğini ! Yakasına infaz kararı takılır , suskundur . Herkes ve her şey yas tutmaktadır sanki . Yine de dağların , taşların kalbini yumuşatacak kadar kibardır Adnan Menderes’in tavırları . Kararı verenler de , karara ortak olanlar da , infazı yapacak olanlar da utanarak yüzlerini öne eğerler …

Adnan Menderes gelen imamları kabul eder . Ve kendisine son sözleri sorulur . Menderes , elinde bir kalem ve bir kağıt , dünyanın en hüzünlü , en sade ve en zor cümlelerini yazar :

“Kimseye dargın değilim. Kırgınlığım yok. Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.”

Menderes , infaza giderken hala hastadır . Bir subay , görevlilere Menderes’in hasta olduğu anlaşılmasın diye , onun kolundan çıkmalarını söyler . Menderes bir iki adım attıktan sonra yere yığılır . Ayakta durmakta zorlanmaktadır . Ama onu yıkan bedenindeki yorgunluk değil , yapılan bu haksızlıktır . Dermansızdır , hastalığı nüksetmektedir . Ancak en büyük acısı kalbindedir …

Son ana kadar Adnan Menderes , memleketi Aydın’a döneceği zamanın , ailesine kavuşacağı anın temennisi ile ayakta durmaktadır . Siyasetin yalan olduğunu , politikanın riyakarlığını tam da bu temenni ve hayallerinin arasında fark edecektir . Şu an istediği tek şey Aydın’da , çiftlikte , Çine nehrinin kıyısında olmak ve geçmişi acı bir hatıra olarak hatırlamaktır , belki de tamamen unutmak …

Menderes , yazgısının onu tekrar doğduğu topraklara ulaştırmasını dilemektedir , tıpkı onu özlemle bekleyen eşi ve çocukları gibi . Ancak yazgısı , adını bir nehirden aldığı için midir bilinmez , hızla akıp gitmektedir . Ve onu doğduğu topraklara olmasa da , İmralı’nın deniz kokan topraklarına doğru , sonsuzluğa yürütmektedir …

Menderes öyle yüce gönüllüdür ki , ölümünden hemen önce yanında bulunan ve darağacına gelmesine sebep olan savcıyı bile nezaketle karşılar . Savcıya görevini yaptığını söyler … Savcı Egesel , bu kararın ne kadar yersiz olduğunu işte o an anlayacaktır . Ancak ok yaydan çoktan çıkmıştır . Günah çıkartabilecek kadar bile masum değildir artık …

Ayşegül Aldemir Yazıları Adnan Menderes

Adnan Menderes idam sehpasına getirilir . Elleri arkadan kelepçeli , üzerinde beyaz gömleği ve boynunda ipi ile … Herkes içeride koğuşlarındayken içten bir Allah! nidası yükselir semaya . Bu ses Başbakan Adnan Menderes’e aittir . Aynı anda mavi gök kararır , deniz kabarır ve tufan gibi bir yağmur başlar . Kimse ne olduğunu anlayamaz , martılar bile … Bu infaza o gün tanık olan herkes insanların adaletinin olmadığını , Allah’ın adaletinin ise büyüklüğünü orada bir kez daha anlayacak ve hayatları boyunca unutamayacaktır . Sular her şeyi temizler derler ama ne yağan yağmur , ne Marmara’nın suları hiçbir şey , tarihin hiçbir vaktinde temizleyemeyecektir bu günahı !

Gemlik’te kıyıda otururken , eğer hava temiz ve açıksa İmralı çıplak gözlerle görünür . Dalgın dalgın bakarken denize insanın içine bir acı oturur . Olanları kabullenmek zordur nihayetinde . Bu olanları unutmak mümkün mü artık ? Oysaki bugün İmralı’da bir vatan haini var iken ve böylesi bir bedel , en çok ülkesine ihanet eden bir insana yakışıyor iken , Adnan Menderes ya da Fatin Rüştü Zorlu ya da Hasan Polatkan , niye ..?

Celal Bayar’ın anlatıldığı , sokağa her çıktığınızda Celal Bayar’ın anıt mezarının her yerden görüldüğü bir sahil şehrinde büyüdüm ben . O kadar merak ettim ki o anıtın anlamını , o yüzden önce Celal Bayar’ı aradım kitapların sayfalarında , onu ararken Adnan Menderes’e , Fatin Rüştü Zorlu’ya , Demokrat Parti’ye , Serbest Fırka’ya ve kapanmayan bir yaraya rastladım … 14 ya da 15 yaşındaydım , Demirkırat’ı ve bu acı hikayeyi anlatan bir kitap buldum sonra . Kitabı bitirdiğimde çok ağladım … Beni böylesine etkileyen şey Adnan Menderes’in ne siyasi düşünceleriydi , ne Demokrat Parti’ydi ! Partiler yıkılır , ideolojiler zayıflar ama insan tüm bu fikirlerin üstünde değil midir ? İnsan , eşref-i mahlukat değil midir ? Yoksa insan Charles Darwin’in dediği gibi özel bir tür değil de , hayatın düşük seviyelerinden gelmiş ve gelişmiş basit bir canlı mıdır ? Hangi siyaset , insanları canından edecek kadar değerlidir ki ? Kanaatimce hiçbiri ! Adalet , daha adil olabilirdi ! Bütün bunlara gerek kalmayabilirdi ! O vakit , bu yazı yazılmayabilirdi … Ben o günlerden bugüne değin , Adnan Menderes’in , Fatin Rüştü Zorlu’nun ve Hasan Polatkan’ın neden ölüme gönderildiğini hiçbir zaman anlamadım ve hiçbir zaman kabul etmedim ! Haksız hiçbir idamı kabul edemediğim gibi ..!

Merhum Celal Bayar’ın kabri’de Gemlik’te , kendi memleketindedir , tüm körfezi ve İmralı’da yatan arkadaşlarını selamlayacak kadar da yüksektedir …

Kimse 1961 seçimlerini beklemedi … Halbuki % 52 ‘ lik bir oy ile iktidara gelen bir partinin kaderi , bir darbenin gücüne değil , halkın gücüne teslim edilmeliydi … Fütursuzca , insanların seçimleri , halkın gücü , adalete duyulan inanç her şey yerle bir edildi … Hem de bir hiç uğruna ..! Bu sözü nerede duyduğumu hatırlamıyorum ama beni çok etkiledi ve aklıma seni getirdi Menderes , diyor ki : ‘‘ İnsansız adalet olur mu ? Peki ya adaletsiz insan olur mu ? Olur , ama olmaz olsun ..! ’’

İnsanların bugünkü siyasal duruşları ne olursa olsun , hiçbir ideolojinin böyle bir olayı hazmetmesi mümkün olmasa gerek . Cumhurbaşkanı’nı müebbete mahkum eden , Başbakan’ını idam eden , yıllar sonra başka bir Cumhurbaşkanı’nı zehirleyen insan mantığı şunu bilmelidir ki ortada kazanılmış bir zafer yok , üzgünüm !

Menderes , işitmeni isterdim sesimi … Ve duymak isterdim , kırgın değilim desen de , hiç gücenmedin mi peki ? Ben kırgınım oysaki , o gün orada olupta , bir şeyleri değiştirebilecek güce sahipken susanlara , çanak tutanlara , doğruları işitmeyen kulaklara , gerçekleri görmeyen gözlere , insan hayatını siyasete malzeme edenlere , herkese çok kırgınım !

Öyle kırgınım ki , içinde bir parça olsa da merhameti kalmayanlara , merhametli gibi görünüp riyakar olanlara , demirkıratın yok olmasına tarifsiz , çok kırgınım …

Dost mu , düşman mı belli olmayanlara , sağ gösterip sol vuranlara , o kalemi kıran soytarılara , kraldan çok kralcılara , kurulan darağacına , hatta İmralı’daki martılara çok kırgınım , hem de çok …

Dünü bilmeyenlere , kuru kuru ahkam kesenlere , Menderes’i bir vadi zannedenlere ve hedonist yeni insan modeline kırgınım , hem de çok kırgın …

Karıncayı bile incitmeyeceğini iddia edip de karıncanın yuvasını yerle bir edenlere , yapmadan yıkanlara , görünüşe aldananlara , huzuru satanlara , adaleti yok sayanlara kırgınım , hem de çok kırgın …

Sana çiçekler getirmek isterdim Menderes , yine de umudunu yitirme diye ve bizi affetmeni tüm kalbimle dileyerek … Geçmişi değiştirmek mümkün olmuyor , elimden gelen tek şey dua etmek …

Kelimelerim olanları affettirecek kudrete sahip değil maalesef . Ama sen yine de , affet bizi Menderes …

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir