Kaan Murat Yanık İle Uçurtma Mevsimi

Kaan Murat Yanık İle Uçurtma Mevsimi

Kaan Murat Yanık İle Uçurtma Mevsimi

“Anlamazsın.
Anlatmam da zaten.
Kimseye de anlatmadım, anlatmasınlar diye.
Çünkü anlatırlar; anlamazlar.”

Bu zarif cümlelerin sahibi Kaan Murat Yanık ile yaptığımız söyleşimizi takdim ederim. Bursa’dan bir Kaan Murat Yanık geçti…

Öncelikle Bursa’ya hoş geldiniz. Kuvvetle muhtemel Yeşiltopuklar.com okurları, sizi yakinen tanıyorlar. Bir de sizden dinleyelim Kaan Murat Yanık kimdir ?

1988 yılında doğdum. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra aynı yıl psikoloji üzerine yüksek lisans yaptım. Okulu bitirdikten sonra Yıldız Teknik Üniversitesinde Pedagojik Formasyon eğitimi aldım. Bununla beraber Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nde Eski Türk Edebiyatı üzerine Yüksek lisansımı tamamladım. Bu süreçte İstanbul Kültür Üniversitesinde çalıştım. Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun TRT Arapça kanalında çalıştım. Bir süre sonra da Alfa, Kapı Yayınları gibi yayın evlerinde editörlük yaptım. İskender Pala’nın asistanlık görevini yürüttüm bir süre. Sonrasında Dedalus Kitap, Koyu Kitap genel yayın yönetmenliğini yaptım. Kalküta isimli şiir kitabı 2013 yılında yayınlandı. Uçurtma Mevsimi isimli öykü kitabım 2014 yılında yayınlandı. Bu esnada da yaklaşık 300’e yakın, pek çok yurt içi ve yurtdışı konferans yaptım. Aynı zamanda özel bir televizyon kanalında da edebiyat kokusu isimli bir televizyon programı hazırlayıp sunuyorum hala. Tüm bunlarla beraber hem öykü yazma hem de televizyon programım çeşitli ödüllere layık görüldü.

Edebiyata olan ilginizi nasıl keşfettiniz? Bu yolculuk nasıl başladı?

Aslında bunu Uçurtma Mevsimi isimli kitabımda, “Bugün Yazdım” isimli öykümde anlatıyorum. Annem ve babam bana masal okurlardı, anlatırlardı. Ben de onların anlattığı ve okuduğu masallarla diğer taraftan ninemin anlattığı kadim geleneği yansıtan masallarla büyüdüm. Bunun ötesinde tabi okumayı söktükten sonra kendim bir şeyler okumaya ve kurmaca yapmaya başladım. Edebiyata ilk girişim böyleydi. Annemin büyük payı var. Profesyonel anlamda da edebiyat dünyasında, ilk öykülerimi ve şiirlerimi daha çok edebiyat dergilerinde yayınlandıktan sonra kabul gördüm. Yurt içi ve yurt dışı yaptığım konferansların da tanınmam da büyük etkisi oldu. Bununla beraber “Uçurtma Mevsimi” adlı kitabım birkaç edebiyat eleştirmeni tarafından başarılı bulunup bunun üzerine birtakım şeyler yazılıp çizilince; konuşulması gereken, dikkate değer bir kitap haline geldi. Edebiyat yolculuğu böyle.

Kaan Murat Yanık İle Uçurtma Mevsimi

Yazarken nelerden beslenir Kaan Murat Yanık?

Psikolojide koku önemli. Türkiye’de şöyle bir durum oluştu. Kapitalizm ve modern zamanların Türkiye’ye çok sert bir şekilde girmesiyle beraber insanlar birbirlerini tanımak için, sözgelimi bir erkek veya kadın olması şart değil, her türlü ilişkinin içerisinde insanlar birbirlerine takımlarını, burçlarını soruyor. Çocukluğuna dair hatırladığın ilk koku nedir diye yeni tanıdığım insanları keşfetmek için sorduğum sorulardan bir tanesidir. Birçok koku özellikle kırsal kesimde bitki kokuları bununla beraber kırsal-kent, kent-soylu ile kırsal kesim arasında sınıf kızarmış yağ kokusundan bahseder. Daha mutlu çocukluk geçirenler oda spreyi, çiçek kokusu, lavanta kokusundan bahseder. Bu önemli bir veri oluyor bazen.

Sonra renkler. Renklerin çağrıştırdıkları benim için önemli. “Kendini ne renk hissediyorsun?” diye sorduğum zaman birisine kırmızı veya mavi diyorsa ya kaçamak bir cevap vermiştir ya da çok fazla ruhu geniş değildir. Amsa bir insan şiir yazıyorsa veya herhangi bir konu hakkında yoğunlaşabiliyorsa kırık bej diyebiliyor. Açık siyah cevabı benim için çok önemli. Ancak son zamanlarda Türkiye’de hem kadına şiddet olayları, kocasını aldatan kadınlar, aldatma oranlarının fazlalığı, özellikle Nişantaşı, Etiler, Levent gibi semtlerde bu oranların çok yüksek olmaya başlaması benim çok ilgimi çekmiştir, kitabın da içine bu konuları aldım.

Sizinle ilgili en çok merak edilenlerden şu “çarşaf meselesi” nedir?

Ben çarşaf giyip Etiler’e gittim. Muhafazakar kişilerin olmadığı yerlere gittim. Bir Steak House’a girdim çarşaflı olarak. Bir yoga merkezine girip kayıt olmak istedim. Yoga merkezinde aşırı derecede ilginç anlar yaşadım. Çünkü yoga merkezine girdiğim zaman Türkiye’nin yakın tarihi ile ilgili de ipuçları vardı. Tiyatro eğitimi aldığım için kadın sesi de çıkartabiliyorum hiç zorlanmıyorum bu konuda. Benim için ilginç bir deneyimdi.

Bir seferinde de turist gibi İstanbul’u gezdiğim zamanlar oldu. Bazen Portekizli, bazen İranlı bir turist olarak. İnsanlara adres sorarken bana nasıl Türkçe küfürler ettiklerini görebildim. Bir yandan adres tarif ediyor bir yandan küfrediyor mesela. Aslında küfretme gerekçesi yok ama küfrediyor. İçindeki şiddet eğilimiyle ilgili belki de. Buna benzer pek çok örnekle karşılaştım.

Küfretmek, kişinin kelime dağarcığının azlığından olabilir mi?

Hayır, bence enteresan bulduğu bir şeyi yıpratma meselesi bu. Bu çok çok güzel bulduğu bir kadına tecavüz etmek gibi bir şey. Bunun psikolojide de yeri var. Bir adam 20 yıl,
30 yıl boyunca o kadına sahip olamayacağını anladığı an onu yok etmek ister.

Kalküta isimli şiir kitabınız ilk göz ağrınız. Peki ya Uçurtma Mevsimi?

Açıkçası Kalküta çok önemsediğim bir kitap değil. Yazarlar ilk kitaplarını yüzde seksen oranda reddederler. Evet, Kalküta’nın içinde Bağbozumu gibi teknik açıdan güzel şiirler de var diğer taraftan lise zamanında yazdığım, hatıradır dediğim şiirler de var. O nedenle önemsemiyorum. Ama “Uçurtma Mevsimi” iyi bir kitap. “Uçurtma Mevsimi” çıktıktan sonra edebiyat otoritelerinden gelen olumlu tepkiler de beni çok mutlu etti.

Kaan Murat Yanık İle Uçurtma Mevsimi

“Uçurtma Mevsimi” kitabı, okuyan herkesi çok derinden etkiliyor. Büyülü bir kitap. Kitabınızda yer alan öykülerinizi nasıl kurguladınız?

Gabriel Garcia Marquez’in büyülü gerçekçilik akımı ile divan edebiyatını birleştirerek yazdığım öyküler var. Sevgilisinin dudaklarına değebilmek için kadehe dönüşen adam var mesela. Divan edebiyatında bir sevgili tipi vardır. Sevgilinin kaşları yaydır, kirpikleri oktur, vs. Tabi bunu çizsek bir uzaylı tipi çıkıyor ortaya. Böyle bir güzellik yok tabi ki. Zaten burada kasıt Divan şairlerinin Leyla’yı değil, Mevla’yı anlatmasıdır maksat. Ben, sevgilisinin dudaklarına değebilmek için kadehe dönüşen adamda bu dokuyu yani büyülü gerçekçilik akımını kullandım.

Adı Diana, Safran Sokağı, Kedi Merdiveni, Tarla Kuşu öykülerim de gittiğim yerlerde, Sırbistan’da, Afganistan’da, Çin’de, Japonya’da geçen öyküler.

Uçurtma Mevsimi isimli kitabınızda geçen öykülerde toplumda dozunun giderek yükseldiği şiddet kavramını da işlediğinizi görüyoruz. Bu bilinçli bir tercih mi?

Aslında şöyle bir şey. Amerikan filmlerinde Brad Pitt’i izlerken ve o hey dostum senin problemin ne dediğinde, biz hiçbir zaman onun gibi davranmayacağımızı biliyoruz fakat bir İran filmini izlerken, o koltukta oturduğumuzda o filmin içine düşebiliyoruz. Çünkü İran sinemasının tipleri, çok ‘bizden’ tipler. Ben elimden geldiği kadar realizmden kopmamaya çalışıyorum ve hayatın doğal ritmi içinde çok fazla kadın cinayeti var, çocuklara uygulanan şiddet var, insanların birbirine uyguladığı örtük veya alenen yapılan şiddet var. Ben de bu gerçekliği mümkün mertebe yansıtmaya çalışıyorum. Bazı öykülerde dozu biraz arttırmış olabilirim. Bazı duyguları uç noktalarda resmetmeyi seviyorum, onları daha inandırıcı kılmak için. Çünkü bir şekilde şiddet, herkesin hayatında maruz kaldığı bir şey ve ben de öykülerimde bu resmi vermeye çalıştım.

Türk edebiyatı, ta ki Orta Asya geleneğinden bu yana çok zengin bir dokuya sahip. “Uçurtma Mevsimi” kitabınızda Divan edebiyatının izlerini baskın olarak kullandınız. Peki neden Divan edebiyatı? Genç kuşak sizce Divan edebiyatına ne kadar yakın?

Türkiye’deki eğitim sistemi, dünyanın en kötü eğitim sistemlerinden biri. Edebiyat, okullarda bir ders olarak okutulmaya başladığı an itibariyle yok oldu. Okullarda yapılan edebiyat dersleri özellikle Divan edebiyatı öğrencilerin ilgisini çekmekten oldukça uzak. Siz öğrencilere beyitler ve o beytin şerhi yerine ısrarla aruz veznini öğretirseniz öğrenci bu dersten nefret eder. Nesimi’nin “Gel gel beri ki savm-ü salatın kazası var / Sensiz geçen zaman-ı hayatın kazası yok.” beytini siz öğrenciye beytin sensiz geçen tek bir günün kazası olmadığını açıklarsanız Divan şiirine elbette ilgi duyacaktır. Akşam o beyti sevgilisine mesaj olarak yazacaktır. Bu gerçekle birebir örtüşen bir şey. Fakat failatün failatün.. bu bir kalıptır ve ezberdir ve öğrenci için hiçbir anlam ifade etmez. Böyle bir eğitim sisteminde Divan edebiyatına olan ilginin düşük olması çok olağan diye düşünüyorum.

“Uçurtma Mevsimi” kitabınız öykülerden oluşuyor. Sıradaki kitabınız bir roman. Romanınız hakkında neler paylaşmak istersiniz?

Şu an romanımın yüzde yetmişini bitirdim. Beni çok yıpratan bir süreç çünkü konusu zor. Zor bir konu, zor bir kurgu. Kitabın sonunda bir sürpriz var. Romanın birinci bölümünde bir psikiyatrın hastalarıyla olan diyalogları, romanın ikinci bölümünde, karakterlerden bir tanesinin uğraştığı bir ilim var. Batıl ilim olup olmadığı tartışmalı bir mesele. Bu ilim ve aşk arasında bir bağlantı kurdum.

Söylemek isterim ki romanımın çok satması değil, çok okunmasını istiyorum. Bu benim için çok değerli. Çünkü Uçurtma Mevsimi’nin de telifini köy okullarına bağışladım. Bu anlamda kitabın çok satmasından benim bir çıkarım olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ama çok okunmasını istiyorum.

Kaan Murat Yanık İle Uçurtma Mevsimi

Halihazırda Türkiye’deki edebiyat geleneğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Modern Türk edebiyatı sizce umut vadediyor mu? Yoksa popüler kültürün hegemonyası, kelimelerimizi yozlaştırıyor mu?

Türk edebiyatının çok zayıf bir durumda olduğunu düşünenlerdenim. Türkiye’de en çok satan kitaplara baktığınızda, bazı kimselerin yazar kisvesi altında yazdıklarını, edebiyata bir katkı olarak görmüyorum. Elif Gibi Sevmek isimli kitap 800.000 satıyorsa ya da Mevlana’nın Mesnevisi okunmazken Sinan Yağmur okunuyorsa burada bir sıkıntı olduğunun farkına varmak lazım. Bu şuna benziyor; Kur’an-ı Kerim okunmazken, Allah De Ötesini Bırak kitabının okunması gibi bir şey. Bu bizim toplum olarak bakışımızı gösteriyor. Yurtdışı ziyaretlerimizde yaptığımız sohbetlerde, bahsettiğimiz bu kitapların kitap olmadığını ifade ediyorlar. Tüm bunlar açısından baktığımda bu konuda kötü düşünüyorum.

Sizce Türkiye’de edebiyat hak ettiği değeri görüyor mu?

Edebiyat insanın yazıyı çevirmiş halidir. Edebiyat dediğimiz mesele, bize başka zamandan ve çok eğreti duran, bizle alakası hiç olmayan bir şey gibi sunuluyor. Televizyona bakıyorsun, mesela siz çok bilinen bir kanalda, hiç kültür sanat programı gördünüz mü, yok. Onun yerine futbol tartışmalarının olduğu programlar, evlendirme programları, moda programları var. Ama bize asıl gereken şey, edebiyat yok! Bu gerçekten bir komplo teorisi değil. İnsanların salak olarak kalması, Batı’nın her zaman işine gelir. İngiltere’ye gitseniz ve bir televizyon programını açsanız, 200 kanal varsa bu kanalların on on beş tanesi kültür sanat programıdır. Sabahtan akşama kadar yazarlar çıkar, konuşmalar yapılır, felsefeciler çıkar… Bize bakarsanız popüler kültür, edebiyatın boş bir şey olduğunu, yazarların kafa şişiren insanlar olduğunu empoze eder. ‘Edebiyat parçalama‘, ‘felsefe yapma‘ gibi ifadelerden de bunu anlamak mümkündür. Yazarlar hiçbir zaman şarkıcılar kadar ilgi görmedi bu ülkede. Böyle düşünüyorum.

Eksik veya hata nerede?

Şu an kültür bakanını insanlar tanıyor mu? Kültür bakanını tanımak veya tanımamak, o kadar çok şey ifade ediyor ki. Çünkü kültür bakanının Türkiye’ye yaptığı hiçbir şey yok. Bugün baktığınızda, Türkiye’de hangi yazar onurlandırıldı? Hangi yazar sahneye davet edildi ve ona güzel şeyler söylendi? Ama Fatih Terim yılda 150 trilyon alabiliyor. Her şehre stad yapılıyor fakat her şehre kütüphane yapılmıyor. Neden çünkü futbol, kitlelerin afyonudur.

Bu anlamda suçun yüzde seksen beş oranında siyasi erkte olduğunu düşünüyorum. Bu partiler üstü bir şey. Türkiye’de, iktidara gelen her siyasi parti döneminde bu durum değişmedi. Şu anki hükümetle alakalı değil, her hükümet döneminde böyleydi. Milli eğitim her zaman kötüydü. KPSS sorularının çalındığı bir ülkedeyiz. İnsanlar niye bu sınava girmek için hevesli olsunlar ki? Zaten atanamayan, istihdam edilemeyen yüzbinlerce insan var. Düşünün. Eskiden KPSS’de de öğretmen atama yaşında alt sınır vardı, şu an o kalktı. Neden? Çünkü biz bunları nasıl olsa atayamayacağız 40-45 yaşına kadar, en iyisi yaş sınırını yukarıya çekelim. Atanamayan yüz binlerce öğretmen varken; Fatih Terim’e trilyonların verilmesi bana dokunuyor.

Kaan Murat Yanık, muhafazakar kesimin yazarı olarak bilinir. Ama ben hiçbir zaman doğru bildiğimi söylemekten geri durmadım. Bu yüzden de başıma gelmeyen kalmadı. Arkadaşlarımın hepsi hükümete yakın isimlerdir. Benim bulunduğum mecraların hepsi mütedeyyin insanların olduğu yerlerdir. Ama ben her zaman sanatçının muhalif olması gerektiğini düşünüyorum. Muhalif olmak demek, cumhurbaşkanına küfür etmek değildir. Ne olursa olsun, cumhurbaşkanı cumhurbaşkanıdır ve ona saygı duymak gerekir. Muhalif olmak, hükümetin yaptığı yanlışları entelektüel bir altyapının olduğunu göstererek bir şekilde ifade etmektir. Yanlış veya kötü yapılan şeyleri göz ardı etmemektir.

Yeşil alanların hepsini kullanılmaz hale getiriyorsunuz yanlış yapıyorsunuz demektir. Ya da neden pop starlar, futbolcular bu ülkede bu kadar ön planda, neden bugün ne giysen programında ne idüğü belirsiz bir kadın bir anda milyonların sevgilisi olabiliyor da, bir yazar, bir sanatçı tanınmıyor. Bence bunun muhasebesi yapılmalı. Aynı zamanda edebiyat dediğimiz şey, kafamızdaki tozları uçuşturan bir şeydir. Tarih, psikoloji keza zihni uçuşturur. Bu yüzden ben roman okumanın kutsal bir yönü olduğunu düşünüyorum.

Psikoloji bilimine yakınlığınız aşikar. Peki psikolojiyi seçerken sizi motive eden şey neydi?

Psikolojide yan dal yapmam, entelektüel altyapımı tamamlamak için değildi çünkü ben akademiye hep düşman olmuşumdur. Problemli bir üniversite hayatım oldu. Hocalarla takışarak bitirdim hem lisansı hem de yüksek lisansımı. Çünkü hocaların kafasıyla, gerçek anlamda kitap okuyan bir kişinin kafası asla uyuşmaz. Hocalar muhafazakar ise Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl okutur; seküler tarza sahip ise Tevfik Fikret okutur. Böylece öğrenciler her iki şekilde de hiçbir şey öğrenmezler. Gabriel Garcia Marquez kimdir, Murakami kimdir öğrenci bunları bilmeden mezun olur. Psikoloji bu anlamda bana ilgi çekici geldi. Bu nedenle seçtim.

Kaan Murat Yanık’ın etkilendiği yazarlar kimlerdir?

Çok net bir biçimde Orhan Pamuk derim. Orhan Pamuk yazarken çok derine iniyor. Bir roman için sekiz sene, dokuz sene çalışıyor. Altı ayda bir roman çıkaran yazarlar var mesela. Hatta yılda dört kitap çıkaran yazarlar var.

Ayşegül Aldemir - Kaan Murat Yanık Röportajı

Uçurtma Mevsimi kitabınızda yer alan öyküleriniz çok beğenildi. Şu an roman yazıyorsunuz. Peki öykü yazmaya devam edecek misiniz?

Edebiyat dergilerinde öykü yazmaya devam edeceğim ancak bundan sonra öykü kitabı çıkarmayı düşünmüyorum. Çünkü öykü kitabımı okuyan edebiyat otoriteleri ve yazarların bana ilk söylediği şey: “Bu öykülerin hepsi bir roman konusu, konuların hepsini ziyan etmişsin.” oldu. Öykü sınırlandırıyor insanı bir yerde. Belki biraz manifesto gibi ne yazabildiğimi göstermek için yazmıştım. Bundan sonra roman düşünüyorum.

“Roland Barthes’ta yazarın ölümü düşüncesi metnin çok anlamlılığını güvence altına almanın gereğidir. Okur karşısında metin, parmağını bir yöne doğru uzatarak “işte anlamı bu” diyorsa okur kendisine benimsetilmeye çalışılan bu tek anlamın yetkesi altında demektir. Zorla benimsettiği bu tek anlam dışında diğer tüm anlamları ezen bir metin, okurunun yalnız bu anlamı aramasını talep eder ve okur, kendisine asıl söylenmek istenen, metne yerleştirilmiş bu anlamı bulup çıkardığında, metnin bir eleştirisini ya da değerlendirmesini yapmak için ilk adımı da atmış olur. Bu yaklaşım metni bir ileti olarak görmeyi gerektirir. Metin bir ileti olarak görüldüğünde, metnin anlamı ya da hesabı bu iletiyi hazırlayan, alıcıya göndermek üzere paketleyen üreticisinden, iletinin sahibinden sorulur. Bu durumda metnin anlamı yazardadır. Okumak, yazarın niyetini görmek, yazarın kafasına girebilmektir. Okur ancak, yazarın kendisinin önüne koyduğu o tek anlama ulaştığında, metni anlamış sayılır.

Barthes’a göre, okurun kendisine sunulan tek anlama boyun eğişi ve okuma etkinliği içindeki edilgen tavrı, ancak metnin anlamının sahibi, metnin yaratıcısı “tanrı-yazar”ın yetkesine bir karşı çıkışla aşılabilir. Yazar ölür ve metin sahipsizleştirilir: “Söz yazarın olmaktan çıkar. Yazarın egemenliğine, sahipliğine alacağı bir söz olduğuna inanç yıkılmıştır artık. Her söz daha önceden söylenmiş, her metin daha önceden yazılmıştır. Okur, birer birer düğümleri çözüp “son söze” varmaya yönelik okuma alışkanlığını bırakır ve bu sonsuz alıntılar ağında istediği yerden başlar, istediği yerde durur ve istediği yerde bitirir. Artık anlamın egemenliği okura geçmiştir.”

Umberto Eco, “Yorumlamanın Sınırları” çalışmasında, yazarın ölümünden ve okurun yükselişinden bahseder. Siz ne düşünüyorsunuz? Yazar bir nevi okuru yönlendiren Tanrı mıdır? Yoksa yazar ölmeli ve okur yükselmeli midir?

Kaan Murat Yanık Okurun hayal gücüne, bilinçaltına veya içgüdülerine bırakıyorum. Ben bir oyun gibi okuru kitabın içine katma taraftarıyım. Bir şekilde kitabın labirentlerinde dolaşsın istiyorum. Bunu önemsiyorum. Eco’ya bir yerde katılıyorum. Eco’yu çok severim.

Yeşiltopuklar ailesi olarak sizi konuk etmekten onur duydum. Yeni kitabınızı heyecanla bekleyenlerden biri olarak size kolaylıklar diliyorum. Çok teşekkürler.

Röportaj: Ayşegül Aldemir

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir