Hira’ya Tırmanış

Hira’ya Tırmanış

Burada Allah Resulü’nün Hira’yı niçin inziva yeri olarak seçtiğini hakka’l-yakîn anlıyor insan. Mekke etrafındaki dağlar arasında, vahye giden yolda, Nur’un ilk durak olması hepimiz için ibretlik. Mağaranın bulunduğu yer bir geminin ön tarafını andırıyor.

Saat 03.30. Minibüsümüzün istikameti Mekke’nin güneydoğusunda bir dağ… Yeryüzündeki dağların en ayrıcalıklı olanına doğru seyahat ediyoruz. Yaklaştıkça salavat-ı şerifeler, tekbirler…

Putlaşmış vicdanlara hakiki kurtuluşa dair gelecek ilk ilahi mesajın mekanı Cebel-i Nur’un (Nur Dağı) eteğindeyiz. Buradan sonrası 10 dakikalık beton yol ve bir saatlik merdiven basamakları… Dik yolda sağlı sollu dükkanlar var. ‘Hacı çay’ davetine aldırış eden yok. Ancak daha merdivenlere gelmeden gençler bile ‘Hacı baston 5 riyal’ reklamına boyun eğiyor: ‘Nefesimiz tükenir gibi oldu. En iyisi bir baston almak. Merdivenlerde lazım olacak. ‘ Zifiri karanlığın ortasında Nur Dağı parıldıyor. Yan yana iki insanın geçebileceği genişlikteki merdivenlerden çıkarken dilencilerin elleri kolları değiyor vücudunuza. Ne kadar çok dilenci var. İnsan, hangisi gerçek ihtiyaç sahibi diye düşünmek yerine bozukluklardan atıveriyor önlerindeki takkelere, naylon poşetlere… Merdivenler çok eski değil. Seneler evvel Nur Dağı’na tırmanmak isteyenler kayaları aşıyormuş. Şimdi kaya ile merdiven arası diyebileceğimiz bir nebze konfor sunan bir tırmanma güzergahındayız.

Nefis, bu kutlu yolculukta bile boş durmuyor. ‘Keşke merdivenler yatay yapılsaydı. Basamaklar yüksek. Niye aydınlatmamışlar bu yolu?’ Kimi sesli kimi içinden benzer tenkitleri sıralıyor. Tırmandıkça sabır imtihanı gelip çatıyor. Kilo ve yaş problemleri yüzünden yarı yolda kalanlara rastlıyoruz. Diliyle imtihanı kaybedenler de oluyor. Önümüzde Türkiye’den gelmiş bir karı-koca basamakları eksiltmeye çalışırken bir tartışma çıkıyor. 65 yaşındaki teyze yorgunluğun da tesiriyle eşine, sert bir ses tonuyla ‘Patlamasana.’ diyor. Amca haccı sindirmiş. Aynı hataya hatayla mukabele etmiyor. Latife yaparak eşini rahatlatıyor. Helalleşiyorlar. Tırmanışa devam.

Merdiven boyunca belli noktalarda dinlenmek için banklar var. Boncuk, tesbih, yüzük, küpe gibi hediyelik eşya satanların, çay-su servisi yapanların bu yükleri nasıl taşıdığını anlamaya çalışırken kendimizi zirvede buluyoruz. Birkaç adım daha atsak Peygamber Efendimiz’in (sas) sık sık inzivaya çekildiği Hira Mağarası’nı göreceğiz. Sanki bir saatlik tırmanışta kimsenin dizlerinin bağı çözülmemiş. Abdest alanlar… Namaza duranlar… Ardından 5 km mesafedeki Kâbe’ye doğru salavatlarla ve küçük adımlarla ilerliyorlar. Mağara kısa bir iniş merdiveninden sonra karşılıyor ziyaretçilerini.

ROTASI KÂBE OLAN GEMİ: HİRA

Mekke zirveden ışıl ışıl. Allah Resulü’nün Hira’yı niçin inziva yeri olarak seçtiğini hakka’l yakîn anlıyor insan. Mekke etrafındaki dağlar arasında, vahye giden yolda, Nur’un ilk durak olması hepimiz için ibretlik. Mağaranın bulunduğu yer geminin pruvasını (ön tarafı) andırıyor. Nuh Tufanı’nda boğulup gidenler gibi dünya denizinde putlara tutunan, diri diri ölenlerin yardımına koşacak Nur Gemisi ve onun şefkat kahramanı Kaptanı (sas) büyük sefere burada hazırlandı. Vahiy meleği Cebrail, Mekke’den Mina’ya giden yolun yakınındaki bu zirvede Hz. Muhammed (sas)’e, “Yaratan Rabb’inin adıyla oku. O, insanı alâktan (kan pıhtısından) yarattı. Oku, Rabb’in en büyük kerem sahibidir. O, (insana) kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti.” ayetlerini indirdiğinde Mekke karanlıktaydı, Hira nurdan bir kayaydı… Artık duaların adı hıçkırık. Derken Mekke’nin nurlu semasında Ezan-ı Muhammedî yankılanıyor. Bilal-i Habeşi’nin vârisleri yüreklere su serpiyor. Duyulan hasretin yaktığı ateşi bir nebze dindiriyor ezan sesleri. Sabah namazı kayaların üstünde kılınıyor.

VAHiY MEKANINDA ÇÖP YIĞINLARI

Dönüş yolunda yürekler daha da buruk. Gün doğmuş, ziyaretçilerin sağa sola attığı pet şişeler, çöpler görünür olmuş. Hira’nın etrafı bir çöplüğe dönmüş. Her şeye rağmen zirveden tazelenmiş olarak iniyor mahzun gönüller. Şimdi güneş ensede boza pişiriyor. Ne gam… Allah Resulü’ne koşan her milletten insan terlerini silerek tırmanıyor Cebel-i Nur’un yamaçlarına. Türkiye, Türk cumhuriyetleri, Afganistan, Pakistan, Endonezya, Malezya ve İran kafilelerinin fazlalılığı dikkat çekiyor. İnişte Malatyalı 63 yaşındaki Melek Okyay’a bir baston da biz oluyoruz. Kolumuzdan tutup inerken yaptığı o samimi duanın şevki ile yolculuk bitiyor: “Allah kendi evine, Peygamberi’ne gelenleri eli boş çevirmez.”

Kaynak: Zaman

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir