Gerçekler ve Aşırı Destansı Hayat Hikayemiz

Gerçekler ve Aşırı Destansı Hayat Hikayemiz

Zeynep Karaca Yazıları

İçinde gerçeküstülük hatta gerçekdışılık ve espri barındıran şeyleri seviyorum. Böyle şeyleri seviyor olmayı da seviyorum. Mesela bunu ilk gördüğümde yüzüme kocaman bir gülümse yayılmıştı ve en sevdiğim görüntüler arasına kaydetmiştim. Komik, saçma, olmayacak işler çoğuna göre anlamsız belki ama beni heyecanlandıran şeyler bunlar. Buradan gelmek istediğim konu mu ne? Masallar.

Belki herkes masal sevmiyor, belki pek çok kişi vaktinde okunmadıysa eksikliği bir daha hiç dolmayacak olan Peter Pan, Alis Harikalar Diyarında, biraz daha büyüyünce Şekerportakalı ve Küçük Prens’i okumuyor. Ama edebiyatta Gabriel Garcia Marquez bu kadar seviliyorsa ya da sinemada Pi’nin Yaşamı dünyada ve Türkiye’de bu kadar beğeni bulduysa en azından içimizde bir yerlerde büyüdükçe masalın kendisinden ziyade ‘masalsı’ olanı sevmeye yönelttiğimiz bir taraf olmalı.

Zeynep Karaca Yazıları

Belki artık büyüdüğümüz için masal dinleyen ‘çocuk’ olmaktan sıyrılmak istiyoruz ya da bir tarafımızla olağanüstü şeylere şahit olmak, olmayacak ne varsa olduğunu görmek istiyoruz fakat bir tarafımızla da artık ‘ikna’ olmuyoruz. İçimizdeki bilmiş susmuyor. Bu noktada sinema masalsı filmleriyle bize kucak açıyor. Bu filmleri seviyoruz çünkü…
Aslında ‘bunları seviyorum çünkü’den sonrası herkesin kendisinin dolduracağı bir boşluk.

Mesela bana sorulsaydı ben şunları söylerdim; masalsı filmleri seviyorum çünkü hayatın gerçek olanını zaten yıllardır yaşıyorum dürüst olmam gerekirse öyle pek renkli bir tarafı da yok bari sinemada gerçeküstü şeyler göreyim. Asla aklıma gelmeyecek olan şeylere şahit olayım, aklıma gelen ama fiziksel imkânların sınırlı olduğu ‘gerçek hayat’larımızda yapamayacağımız şeyleri yapmışçasına sevineyim. Bir şey olsun gri dışında. Güler yüzlü insanlar renkli yerleri göstersin ve bir şeyler anlatsın istiyorum. Hayatlarımızdaki tek olay sabahları toplu taşıma araçlarında askılara tutunup ayakta durmaya çalışmak, okulda yıllardır aynı şeyleri aynı vurgularla anlatan öğretmenleri dinlemek, bize sunulan çerçevelerde beklendiği şekilde yaşamak, ufak bir ‘renk’ getirme çabamızda ‘hiç oldu mu bu!’ diyenlerle mücadele etmekken bana alternatif bir evren sunulsun istiyorum. Lütfen, burada Pamuk Prenses’ten yahut Uyuyan Güzel’den bahsetmiyorum.

Zeynep Karaca Yazıları

Mesela Tim Burton filmlerinden kişisel favorim olan Big Fish gibi… bana kocaman gülümsemesiyle bir hikaye sunan başrol oyuncusunu ağzım açık izliyim istiyorum. Mesela izlediğim en güzel filmler içine hiç düşünmeden sokacağım The Fall filmi gibi… Filmde hasta adamın dünyalar tatlısı küçük kıza masal anlatışını ve küçük kızın dinlediği hikâyeyi düşleyişini izliyoruz. Gerçek olanla hikâye edilen arasında öyle güzel bağ kuruluyor ki bir tarafa biraz masal diğer tarafa biraz keder geçiyor. Hindistanlı yönetmen benim satırlarca anlatmaya çalıştığım şeyi filmde bir filtre değiştirerek ‘gösteriyor’; gerçek hayatın anlatılığı sahneler siyah-beyaza yakın tonlarda, hayal edilen kısım ise rengârenk. Biri tek bir mekânda geçiyor diğeri ise uçsuz bucaksız yerlerde ilginç kıyafetli insanlar arasında.

Zeynep Karaca Yazıları

Demek istediğim kurallar, yasaklar, örfler, adetler, akrabalar, konu komşu, eş dost, el âlem, hayat şartları, gelecek kaygısı, falan sınavı, filan toplantısı gibi bağlarla sıkıca bağlanmış ellerimiz ve kollarımız varken, sıkılmış ve sıkıştırılmış hissediyorken masalsı olana, destansı olana hatta ve hatta şiirsel olana ihtiyaç duymamız çok normal. Sıradanlığın içinde sıkışarak can vermektense ben, bizim için anlatılan ‘masala’ kulak verip biraz nefes almayı tercih ediyorum.

Bu beni çocuklaştırmıyor bu kimseyi çocuklaştırmaz. Hem hayallere bir kapı açmaktan zarar geldiği nerde görülmüş?

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir