Gazeteci ve Haber Spikeri Arzu Erdoğral’la Keyifli Bir Söyleşi

Gazeteci ve Haber Spikeri Arzu Erdoğral’la Keyifli Bir Söyleşi

Arzu Erdoğral Özel Röportajı

Gazeteci ve haber spikeri Arzu Erdoğral‘ın, ne olursa olsun düşlerinin peşinden giden ve sevdiği işten vazgeçmeyen kadınlara güçlü bir mesajı var. Karşılaştığı güçlüklere karşı takındığı tavrını ve asla pes etmeyişini: “Ben sadece mücadele etmeye çalışıyorum.” cümlesindeki kararlı kadının sesinde hissedebilirsiniz.

Daha çocukken, büyüyünce hangi mesleği seçeceği belliymiş Arzu Hanım’ın. Televizyonda haber bültenleri izlemeyi çok severmiş. Çocuklukta başlayan bu ilgi, güçlü bir tutkuya dönüşüp yaşamına yön vermiş.

Hümeyra Yabar: Televizyon spikerliğine 28 Şubat sürecinde başladınız. Yetenekli ve yıldızı parlak bir TV çalışanı olarak projelerde yer alırken, kapanmaya karar verdiniz… Bu süreci bizimle paylaşır mısınız?

Arzu Erdoğral: Aslında televizyonculuğa 28 Şubat sürecinden çok önce başlamıştım, Star Tv’de Kral Haber’de. Hem Kral Tv’de yönetmen yardımcılığı yapıyordum, hem de Kral Haber’i hazırlıyordum. Ardından Star TV’de Osman Balcıgil ile Gece Hattı’nda seslendirmeci ve muhabir olarak görev aldım. Sonra, Radyo Fener ve Kent FM’de haber spikerliği yaptım. Kanal 6’da sabah haberlerinde seslendirme yaptım. Sonra, bir dönem spikerliğe ara verip, oyunculuk ve mankenlik yaptım. Marziye, Ayrılsak da Beraberiz, Sınır gibi dizi ve filmlerde oyunculuk yaptım.

Ardından, Tv8 haber spikeri olarak tekrar spikerliğe döndüm. O dönemde, ilk olarak abimin eşi kapandı, İslamiyet’i tanımaya başlamıştı. Önceleri ben çok soğuktum. Çünkü gözümdeki İslamiyet çok farklıydı. 28 Şubat sürecinde Sultanbeyli’de yaralandığımda, hastenede çarşaflı birini gördüğümde bana zarar vermeye geldiklerini düşünüyordum. O dönemde zihinlerimiz bugünki gibi berrak değildi. “Müslümanlar iktidara gelirse sizi zorla kara çarşafa sokarlar, baskı yaparlar…“, “İran oluruz, Arabistan oluruz.” gibi söylemleri duyuyorduk sürekli. Ve buna birçok gazeteci inanıyordu. Bir inananlar vardı, bir de inandırmak görevinde olanlar vardı. Ben inananlardandım. O dönemde sol görüşü benimsiyordum. Abimin eşinin namaza başladığında, her şeyin değişeceğini düşündüm, kortum. Ama korkularımın hiçbiri olmadı. Eskisinden çok daha iyi olmaya başlamışlardı. Hiçbir şey bana anlatıldığı gibi değildi. “Selamunaleyküm” demesini bile bilmiyordum, o kadar uzaktım. Annem benden sonra örtündü mesela.

Hümeyra Yabar: Araştırmacı yönü çok güçlü bir gazeteci olarak ilk örtündüğünüzde neler yaşadınız?

Arzu Erdoğral: İlk örtündüğümde bir hafta karşıya geçememiştim. Sürekli herkesin bana baktığını zannediyordum. Örtülü insanlarla bir araya gelince hiç mutlu olamayacağımı zannediyordum. Ama her şey düşündüğümün aksi yönünde gerçekleşti. Başörtülüler de bizim gibi insanlardı. Onların da bir kalbi ve hayatları vardı. Sadece biz onları hayattan soyutlamıştık. Bununla birlikte, aslında hayatımda hiçbir şeyin değişmediğini, daha iyi bir insan olmak için çabaladığımı, hayatımın düzene girdiğini fark ettim. Beni en çok etkileyen şeylerden biri de Hazreti Peygamber’in hayvanlara olan sevgisi ve çevreci oluşu oldu. Bunlar bize hiç anlatılmazdı.

Bunlardan çok etkilendim. Yobaz bir din anlayışından bahsediliyordu ama İslamiyet bunun çok ötesinde, insanlara hak ve özgürlükler veren ve bunu işleyen bir dindi. Ben başörtüsünün dini bir emir olmadığının kanıtlarını bulmak için çok araştırma yaptım. Bulmak istiyordum çünkü nefsime çok zor geliyordu. Ama ben ne kadar ‘başörtüsü yok’ diye araştırdıysam, karşıma var olduğuna dair güçlü deliller çıktı. Benim için sıradan bir örtünme değildi. Kapandıktan sonraki ilk sene, oyunculuğu ve spikerliği bıraktım. Benim bıraktığım oyunculuğu, islami camiada birçok kişinin ağzını açarak izlediğini görmek beni çok üzmüştü. O bir sene Allah’ın varlığı ile ilgili çok fazla kitap okudum. Çünkü tevhid çok önemli. Allah’ın var olduğuna inandığın zaman, her şey çok kolaylaşıyor. DNA’nın yapısından, tesadüf diye bir şeyin olmadığını kolaylıkla anlıyorsun.. “Hikayelerle ben bu dine ikna olamazdım.” Benim için bilimsel veriler de gerekliydi. İslamiyette birçok mantıklı şey gördüm. Zor bir süreçti ama çok şükür aradığım yanıtları buldum ve bugünlere kadar geldik.

Hümeyra Yabar: Bu karar kariyerinizi nasıl etkiledi, sizi hangi zorluklar bekliyordu?

Arzu Erdoğral: Ben örtünmeye karar verdiğimde, bir daha bu mesleği yapamayacağımı göze alarak bu yola çıktım. Çünkü benim örtündüğüm dönemde medyada baş örtülülere hiç yer yoktu. Bir kitapta okumuştum: “İnsanlar şan ve şöhretlerini ilah edinirler, onlar ilahlarının Allah olduğunu söylemesin.” diye. Ben kendi kendime sordum “Benim ilahım kim? Bu dünyada ne kadar yaşayacağım, ne kadar var olacağım? Neden bu dünyaya geldim?” Sonuç olarak çok tepki aldım. Benim dönemimde muhabir olan insanlar şu an bazı ulusal kanallarda spiker olarak görev yapıyorlar. Yani benden çok öndeler diyebilirim. Tabii bu da benim için bir kıstas değil. Ben bunları göze alarak yola çıktım. Ama en çok üzüldüğüm nokta, ben 17 yıllık spikerim ve iki günlük spiker olup, baş örtülü olup dayı kontenjanından ekranlarda yer işgal eden ve spikerliği ekranlarda öğrenen insanlar var. Açıkçası ben onlara hakkımı helal etmiyorum. Bu sadece benim için değil.. Bir Arzu Erdoğral gider bir başkası gelir. Benim arkamdan gelip aynı adaletsizliğe uğrayacak çok kişi vardır. Son günlerde sık kullandığım bir kelime var ve bunu çok seviyorum. “Dile kolay.” Dilde adaletli olduğunu söylemek, dilde iyi insan olduğunu söylemek, haklı olduğunu söylemek çok kolay. Ama gel gör ki, gerçekten bunları yapabiliyor musun, bu önemli. Ve biz, bir çoğumuz sadece dile kolay şeyler söylüyoruz. Gerisi bizden çok uzak ve ötede.

Hümeyra Yabar: Sizi “Türkiye’nin ilk başörtülü kadın spikeri” olarak tanıtıyorlar. Bu şekilde anılmaktan hoşlanmadığınızı biliyorum. Neden rahatsız oluyorsunuz bu tanımlamadan?

Arzu Erdoğral: 28 Şubat sürecinden sonra ekranlardaki tek baş örtülü spikerdim Hilal Tv’de. Benim dönemimde başka örtülü bir haberci yoktu. Ve o dönem, özellikle Hilal TV’den ayrıldığım dönem, 32. Gün’den tutun da Objektif’e kadar birçok program konuk olmamı istedi. Fakat hiçbirini kabul etmedim. Çünkü oraya ‘Gazeteci Arzu Erdoğral’ olarak çıkmayacaktım. ‘Başörtülü Spiker‘ olarak çıkacaktım. Birçok insan şöhret adına buna evet diyebilirdi. Ben bir başkasına başı açık spiker demiyorum. O zaman bana da kimse başörtülü spiker diyemez. Artık bu önyargıları kaldırmak gerekiyor. Çok aşama kat ettik ama halen kendi içerimizde bile başörtülü-başörtüsüz ayrımı yapıyoruz. Hatta bizim camiada bile başörtülüler yerine başörtüsüzleri tercih eden insanlar var. Yeteneğinden ötürü bunu yapıyorsa bir sözüm yok. Ama sadece görüntü bakımından bunu yapıyorsa orada ona bir dur demek gerekiyor.

Arzu Erdoğral Özel Röportajı

Hümeyra Yabar: İslamiyet kadına koşulsuz değer ve haklar vermişken, günümüz Muhafazakar dünyasında kadının kendine yer bulmak için aşması gereken sayısız barikat var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Arzu Erdoğral: Sizin de söylediğiniz gibi İslam’da kadın hakları dediğimizde, uzun bir metin yazarız. Gerçek manada, iddia ediyorum, şimdiye kadar İslam’da kadına verilen haklar hiçbir anayasada verilmemiştir. Fakat bizim muhafazakarlar arasında, ne kadınlar haklarını biliyorlar ne kendi haklarını savunabiliyorlar ne de karşısındaki çoğu erkek bu haklara riayet ediyor. Muhazakar erkek dediğimiz zaman, bir erkek müslüman olduğunu iddia ediyorsa bu iddiasını yerine getirmelidir. Ama bizim İslami camiada bu iddiaları yaşayan bir erkek topluluğundan söz edemeyiz. Özellikle 28 Şubat sürecinden sonra bir kırılma noktası yaşayıp, belki de rahata kavuşan birçok erkek İslamiyet’i, müslümanlığı sadece şekilsel olarak yaşamaya başladı ve materyalist bir dünyada ne gerekiyorsa onu uygulamaya başladı.

Mevki makam sahibi olduktan sonra ilk olarak eşini terk ediyorsan, müslümanlıkta bunu bana neyle açıklayacaksın. Bir erkek nefsine hakim olamıyorsa, ülkeye nasıl hakim olacak. O nedenle bizlerin aslında birçok şeyi elde ederken tekrar özümüze dönmemiz gerekiyor. Özümüzde biz neyiz, ne için dünyaya geldik, niçin varız. Bir saniye sonra bile ölebiliriz, bilemiyoruz. Öldüğümüzde Allah’a ne hesap vereceğiz. Artık kibirden, karşındakini küçük görme alışkanlığından uzaklaşıp herkesin özüne dönmesi gerekiyor. Bunu kadınlar için söylemiyorum. Öncelikle erkekler ve zihniyeti erkekleşmiş kadınlar için söylüyorum. Her şeyden önce, kadının kadına desteği çok önemli. Bizim camiamızda ne yazık ki bu da çok zayıf. Bunu herkes dilde söylüyor fakat icraatte yapan o kadar az ki… Belki bir elin parmakları kadar.

Hümeyra Yabar: İçinde bulunduğumuz tabloda, muhafazakar kadınların yeteneklerini ve enerjilerini açığa çıkarabilmeleri için kime hangi sorumluluklar düşüyor?

Arzu Erdoğral: Bunun için özel bir çabaya gerek yok bence. Bizim en büyük sorunumuz işi ehline vermememiz. Biz işi ehline vermiş olsak, kadın ya da erkek için bu soruyu hiç sormazdık. Biz, her şeyden önce bir müslüman olarak ne kadar işi ehline veriyoruz, iş görüşmelerinde adaleti ne kadar sağlıyoruz, kime ne kadar değer veriyoruz, bunları tartıp biçmemiz gerekiyor. İslamiyetin buyurduğu bu. Bugün, hiçbir yerde işi ehline vermiyoruz. Şu an, ‘bizim’ dediğimiz medyada hak ve adalet yok. Varlığını çok önce mi yitirdi bilmiyorum. Benim tanıştığım dönemden bu yana ben görmedim, duymadım, tanışmadım.

Hümeyra Yabar: Ülkemizdeki kadınların, başörtülü – başörtüsüz çatışmalarından sıyrılıp, ortak bir dil bulabilmeleri için nasıl bir tavır takınmaları gerekmektedir?

Arzu Erdoğral: Bence burada kadının kadına karşı olan sorumluluğu değil, insanın kadına ve erkeğe karşı olan sorumluluğu üzerinden meseleye bakmamız gerekiyor. İnsanın çocuğa olan sorumluluğu üzerinden meseleye bakmamız gerekiyor. Sonuç itibariyle hepimiz insanız ve tercihlerimizin neticesini yaşıyoruz. Bu tercihler neticesinde birbirimizi suçlamakla hiçbir yere varamayız. Birbirimizi gericilikle itham etmekle hiçbir yere varamayız. Çok cahil olmanın dışında bugün hiçbir başörtülü kadın, “Dinde zorlama yoktur.” düsturu üzerinden hiçbir açık hanım efendiye “Bu açık” diye bakmaz, bakamaz, bakma lüksü yoktur. Her şeyden önce Allah’ın buna izni yoktur. Ama genelde ben başı açıklarda bunu daha fazla görüyorum. Ama eskiye oranla bu azaldı. Mevcut iktidar ile birlikte, insanlar birbirleriyle daha sıkı fıkı olmaya başladı. Aslında birbirlerinden farklı olmadıklarını gördüler. İnsan başını örttüğü zaman; düşüncelerini, sevgisini vesaire örtmüyor. Bu sadece Allah’ın bir emrini yerine getirmektir. Kişi, bu emri uygulayabilir ya da uygulayamaz. Bugün ben ömrümün sonuna kadar uygulayabilir miyim… Tabii ki niyetim o. Ama ben bunu bilemem. Belki hayatının sonuna kadar baş örtü takmayı düşünmeyen biri, bir anda bu tercihte bulunacak. O nedenle, toplumsal olarak birbirimize kılık kıyafet tercihlerimiz üzerinden değil, ne kadar insan olduğumuz üzerinden bakmamız lazım.

Arzu Erdoğral Özel Röportajı

Hümeyra Yabar: Zor zamanlarınızda yaşam hikayeleriyle size ilham veren kadınlar var mı? Kadın sahabeler, yazarlar vs.

Arzu Erdoğral: Ben Nene Hatun’u çok severim. Erzurum’da Ruslar’la savaşıyorken, bir anne ki küçücük bebeğini emzirip “Onu bana Allah verdi, ben de şimdi onu Allah’a emanet ediyorum.” deyip gidiyor. Kocası cephede, yaralı abisi kollarında ölmüş bir kadından bahsediyorum. Her şeyden önce, beni Nene Hatun’da en çok etkileyen şey, bir annenin çocuğunu bırakabilmesidir. Tüylerimi diken diken eden bir hadisedir. Vatan için, millet için. Biz ne kadar Nene Hatun olabiliyoruz. Hangimiz onun yaptığını yapabiliriz. Bugün herkes kahraman olmaktan bahsediyor, ülkesini çok sevdiğinden bahsediyor. Erkekler de dahil, bugün hangisi küçücük bebeğini bırakıp da cepheye gidebilir. Nene Hatun’da teslimiyet var, inanç var. Bir kadının vatan millet için ne kadar ciddi bir duruş gösterebileceğini sergileyen bir fotoğraf var.

Hümeyra Yabar: Örtünmeye karar verdiğiniz süreçte Kur’an-ı Kerimde’ki bir ayetten çok etkilemişsiniz. Şu sıralar, sizi tarif ettiğini düşündüğünüz, dilinizde tekrarlayıp durduğunuz bir ayet var mı?

Arzu Erdoğral: Ben “Örtünemem ama namaz kılabilirim” diye yola çıktım. Kuran’ı Kerim’in mealini kendi başıma okumaya çalışıyordum. Bazı bölümlerini yanlış anlıyordum. Örneğin, uyuduğun zaman abdestin bozulduğunu bilmiyordum. Çekimden geliyordum, abdest alıyordum, o yorgunlukla uyuyordum, kalkıp namazımı kılıyordum. Önce kendimce bol elbiseler giymeye çalıştım. Hiçbir şey bilmezdim ama hastalanınca, “Allahım nolur iyileşeyim” der, bildiğim duaları okurdum. İyileşince tekrar eskiye dönerdim. Daha sonra, Yunus suresindeki “İnsana başına bir zarar geldiği zaman, yatarken oturken ve ayaktayken bize yalvarır. Fakat sıkıntısını giderdiğimizde başına gelen sıkıntıdan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi olur.” ayeti dikkatimi çekti. Çünkü ben bunu yapıyordum. Kendimi Kuran’da gördüm. Hayatım boyunca o zamana kadar hiç meal okumamıştım. Evde, duvara asılı bir Kur’an-ı Kerim vardı. Bu ayeti okuyunca dedim ki; beni tanıyor bu kitap. Benden bahsediyor, beni anlatıyor. O ana kadar beni böyle anlatan bir kitap yoktu.

Bunun gibi Kuran’da birçok mucize gördüm. Bundan sonra ikinci aşama örtünmem oldu. Önce namaza başladım. Örneğin tatile gidiyordum, seccademi yanıma alıyordum, tatilde dini kitaplar okuyordum. Farklı bir dünyaya girmiş gibiydim. Şu sıralar ise hep, Tevbe suresindeki “Allah bize yeter.” ayetini tekrar tekrar söylüyorum. Sıkıldığım zaman hep bu ayeti tekrar ediyorum. Engin Noyan da onun tefsirini çok güzel yapar, ilk kez ondan dinlemiştim.

Hümeyra Yabar: Haber bülteni spikeri, köşe yazarı, gazeteci kimliklerinizin yanı sıra, siz harika bir eş ve annesiniz aynı zamanda. Bunca işin arasında zamanınız nasıl yönetiyorsunuz? Hem çalışan hem ev hanımı olan hanımlarla paylaşabileceğiniz sırlar var mı?

Arzu Erdoğral: Bir gazeteceyim ama en çok hakim olduğum alan haber spikerliği. Küçükken Gülgûn Feyman’ı izlerdim. Sonra hocam oldu. Gülgûn Feyman, Mesut Mertcan, Hadi Çaman, Nedret Selçuker… Çok iyi hocalarım vardı. Sağolsunlar onlara çok şey borçluyum. Şuan ki kurslar gibi değildi. Daha kapsamlıydı. Oldukça yoğun tempodaydı. İyi bir eğitim aldığımızı düşünüyorum. Daha sonra kendim de başta Baygem olmak üzere çeşitli kurumlarda eğitimler verdim.

Aslında bu tek benim paylaşabileceğim bir başarı değil. Bu noktada kadınlardan çok erkeklere ve çocuklara tavsiyem olacak. Her şeyde hayatı ortak paylaştığınızı hissettiğiniz zaman ve eşinizi sadece evde çalışan biri olarak görmediğiniz zaman, hayat tüm aile fertleri için çok daha fazla kolaylaşıyor. O zaman her şeyi daha hevesle yapıyorsunuz. Bu biraz eşimle alakalı bir durum. Eşim gerçekten iyi bir eş.

Hümeyra Yabar: Radyo, Sinema ve Televizyon alanında kariyer yapmayı planlayan muhafazakar genç hanımlara, bu yolun tüm zorlu duraklarını ve çiçekli yollarını tanıyan başarılı bir isim olarak neler önerebilirsiniz?

Arzu Erdoğral: Öncelikle ben şu söylemden çok nefret ederim: Bu meslek çok zor girmesinler! Bu söylem, sen niye yapıyorsun o zaman, sorusunu beraberinde getirir. Şunu söyleyebilirsin ancak. Her meslek kendine göre zordur. Medya biraz daha zordur. Bunu göze alarak girin. Eğitiminize çok önem verin. Benim yanımda çalışan bir çok genç editör, spiker oldu. Onlara tavsiyem “Önce editör, spiker olmaya kalkmayın. Kamera arkasını bilin, rejiyi bilin. Önce gidin halk röportajları yapın. Staj sürenizi biraz uzun tutun. Soru sormayı öğrenin. Kendi haberinizi kopyala yapıştırdan ziyade özgün bir şekilde yapmaya başladığınızda, var olduğunuzu bilin. Bunları yaptıktan sonra, bu düzende yapabileceğiniz şey vazgeçmemek olmalıdır. Bu mesleği şöhret için yapmayın. Bu mesleği, sevdiğiniz meslek olduğu için yaparsanız zorluklarına da katlanırsınız. Her şeyden önce, başladıysanız vaz geçmeyin. Geçenlerde bir arkadaşım söylemişti. Gerçekten hakkıyla mücadele edenler için hayat kolay değildir ama mutlaka zoru da başarırlar. Siz zoru başarmaya talip olun.

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir